27.10.2007

Taflan Şiir Dergisi





Ekim-Kasım-Aralık 2007
Sayı: 3

İÇİNDEKİLER:

Fatma N. - Histamin
Ahmet Ada - Kanto XXXI- Kanto XXXV
Hüseyin Avni Cinozoğlu - 2007 Kısa Patagonya Tarihi

Soruşturma
Katılanlar:
Veysel Çolak, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Çiğdem Sezer, Hayriye Ünal, Eren Aysan, Nurduran Duman, Ayşe Nalan, Deniz Durukan

Atakan Özen – Çirkin
İsmet Kiraz - Şiirin Kuruluş Bildirgesi
İhsan Topçu - Oradan Bakan Kim
A. Galip - A. Galip Gider
Bengü Özsoy - Devlet
Nihat Ateş - Kuytu Kütüphanenin Rafları
Deniz Keskin - Nitumur in Wetitum…
Outis - Dramatik Şiirler'den
Ahmet Ada - Neden Şiir Yazılır?

Söyleşi:
Faruk Bal - Murathan Çarboğa ile “Yağmalanmış Hayal” Dosyası Üzerine

Murathan Çarboğa - İçimdeki Ceset
A. Nail - Şamandıradaki Bulut
A. Barış Ağır - Gürültü
Perihan Baykal - Karmen Güllü Hançer
Nuri Erkal - Bulut'un Rahmeti
Baki Yiğit - Harold Pinter'den Çeviri Şiirler
Hüseyin Bozkurt - Dila-z
Yaser Bereketoğlu - Bekliyorum
Seyyid Kamil - Şiirin İpek Böceği ya da Enver Gökçe
Tuna Başar - Hayat Notları-VII
Sami Arslan - Frapan
Hakan Kartal - Buralara Aşk'ı Sormayınız
Okan Alay - Avuntu
Hayrettin Geçkin - Sokaklar Bana Alıştı
A. Uğur Olgar - Aşkın Zamanaşımı Yoktur / Azer
Asiye Kamber - Yirmi İkinci Sokakta Aşk Tutulması
Engin Damcı - Aynada Saklanan
İ. Deniz Aslan - Yalan

-------------------------------------------------------------------------------------
Taflan

Üç Aylık Şiir Dergisi
ISSN 1307-4539

Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni
Faruk Bal

Yayın Kurulu
A. Nail
İ. Deniz Aslan
Onur Aslan


Yazışma Adresi
P.K. 125 Antakya / HATAY

E-posta
taflandergi@gmail.com

Web
www.taflandergisi.blogspot.com

Abone Koşulları

Onur Aslan adına (5193808) no'lu posta çeki hesabına 15 YTL yatırarak adresinizi posta ya da mail yoluyla bildirmeniz yeterlidir.

26.10.2007

DAMAR

DAMAR Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Yıl:17, Sayı:200, Kasım 2007

İÇİNDEKİLER:

Alaattin Topçu / Bir Damar’da Buluştramadıklarımız’a
Aydanur Saraç / Bir Dergi ve Yazmanın Estetiği
Özgen Seçkin / 200.Sayıya Ulaşmanın Anlamı
Babür Pınar / Uzlaşma Kirlenmektir
Cennet Bilek / İnsanın Nereye Ait Olmasının Ne Önemi Var?
Bilsen Başaran / Tanıksız Gün Yüzü (Şiir)
Temel Demirer / Hayatın Bilgisi Sevdadır
Ümran Ersin / Giz San Yokluğunu (Şiir)
Suderin Öztürk / Kırmızı Şapkalı Ev (Öykü)
Vicdan Efe / Babam! (Öykü)
Burhan Günel / Günlerden Yusuf Değirmenci / Siyaset (Şiir)
Hasan Akarsu / Orhan Kemal’den “Önemli Not”
Arzu K. Ayçiçek / Yonga (Şiir) Nursen Ural / Çakmak, Yakmaktır Diyelim (Öykü)
Ferhan Şaylıman / Perice
Timuçin Özyürekli / Ben seni Sevdim (mi?) (Şiir)
Ceren Tekin / Toplumdışı Yetenek
Tülay Akkoyun / Giovanni Boccaccio ve Decameron
Mustafa Ergeldi / Okuma: Bu Güzel Oyun D
aver Darende / Eski Galata Köprüsü Tüm Anılarımı Yedeğine Çekti
Özlem Sözbilir / Bay Muannit Sahtegi’nin Notları
Onur Aslan / Hiç Aşk Gece Çırılçıplak Yansıdı mı Yüzüne, Pullar (Şiir)
İbrahim Berksoy / Yıllar Sonra Füruzan’ın “47’liler”ini Yeniden Okumak
Perihan Baykal / Upuzun Bir Kılıç Girmese Aramıza (Şiir)
Emre Fidel / Nihat Ziyalan, Deneyim ve Oidipus
Dursun Nadir / İz (Şiir) Rezzan Erton / Puslu Makas (Şiir)
Hülya Soyşekerci / Ağacına Küsen Yaprak
Sabahattin Şerif / “Babil’de Sürgün”, Yazgısından kaçamayanların, Nehirlerle…
İbrahim İspir / Üzüm Bağı (Şiir)
Tacim Çiçek / Ülke ve Ekmek
Melahat Babalık / Düş Yarası (Şiir)
Hasan Efe / Karikatürler
Hüseyin Atabaş / Damarı Sürdüren ‘Damar’ -----

DAMAR Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Sahibi: Özgen Seçkin
Yazı İşl. Müd: Haydar Ünal
Yayın Yön: Alaattin Topçu
Yayın Kurulu: İbrahim Berksoy, Cennet Bilek, Babür Pınar, Necmettin Salaz, Aydanur Saraç, Sabahattin Şerif
Yönetim Yeri: Özveren Sok. No:3/8 Demirtepe-ANKARA
e-mail: damar_payda@ttnet.net.tr ala.topcu@gmail.com

İstanbul’da 5. mevsim: Kitap mevsimi

26. İstanbul Kitap Fuarı, 27 Ekim- 4 Kasım 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Fuarı’nın bu yılki teması “Akdeniz’de Edebiyat; Edebiyat’ta Akdeniz”, onur yazarı ise Metin And olacak.
İSTANBUL - İstanbul Kitap Fuarı bu yıl yaklaşık 500 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenleniyor. Kitap Fuarı, ARTİST 2007- 17. İstanbul Sanat Fuarı ile eş zamanlı gerçekleştirilecek.
TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Beylikdüzü’nde düzenlenecek olan 26. İstanbul Kitap Fuarı’da 200’ün üzerinde kültür-sanat etkinliği yapılacak. İstanbul Kitap Fuarı ve ARTIST 2007, 27 Ekim- 3 Kasım 2007 tarihlerinde saat 11:00-20:00, kapanış günü olan 4 Kasım 2007 tarihinde ise 11:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Fuar süresince söyleşi, panel, şiir-dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi kültür-sanat etkinlikleri ile Akdeniz teması çerçevesinde yurt dışından konuk yazarların katılımıyla çeşitli söyleşiler gerçekleştirilecek. Kültür etkinlikleri ve imza günlerinde ise, konuk yazarların yanı sıra yüzlerce yazar, sanatçı, bilim insanı, gazeteci ve politikacı kitapseverlerle buluşma olanağı bulacak.

http://ntvmsnbc.com/news/423535.asp

“Yakamoz” sözcüğü, dünyanın en güzel sözcüğü seçildi.

Dünyanın en güzel sözcüğü: yakamoz
“Yakamoz” sözcüğü, dünyanın en güzel sözcüğü seçildi।

BERLİN - Almanya’nın başkenti Berlin’deki Dış İlişkiler Enstitüsü tarafından düzenlenen, 60 ülkeden yaklaşık 2 bin 500 kelimenin göz önünde tutulduğu yarışmada, Türkçe “Yakamoz” sözcüğü, 3 kişilik jüri tarafından dünyanın en güzel sözcüğü olarak belirlendi।
Bu konuda yapılan açıklamada, ayın sudaki yansımasını ifade eden “Yakamoz” sözcüğünün, orijinalliği, anlamı ve kültürel önemi açısından birinciliğe layık görüldüğü bildirildi। Yarışmada ikinciliği, horlamak anlamına gelen Çince “Hu lu” kelimesi kazanırken, üçüncülüğü de Afrika’daki Luganda dilinde “düzensiz” anlamına gelen “Volongoto” sözcüğü elde etti.

http://ntvmsnbc.com/news/424260.asp

Baba filmlerini çektiğim için suçluyum

Altın Portakal’ın onur konuğu İtalyan yönetmen Coppola, “Baba filmleri mafyaya özendirdi, belki de o nedenle suçluyum. Gençlerin boşu boşuna şiddetle ve savaşla dolmasını istemiyorum” dedi.

ANTALYA - Baba filmlerinin unutulmaz yönetmeni Francis Ford Coppola, 44. Altın Portakal Film Festivali’nin konuğu olarak Antalya’ya geldi ve Onur Ödülü aldı. Coppola, “Baba” serisini çekmekten rahatsız olduğunu açıkladı.

Coppola, “Baba serisi mafyaya özendirdi, belki de o nedenle suçluyum. Apocalypse Now da (Kıyamet) savaşa özendirdi oysa ki amacım bu değildi. Gençlerin boşu boşuna şiddetle ve savaşla dolmasını istemiyorum” dedi.

Festivali eşi Eleanor, oğlu Roman ve gelini Marie Coppola’yla birlikte katılan İtalyan yönetmen “Youth Withpout Youth” filminin gösteriminden önce kendisine sunulan Onur Ödülü’nü aldı. Yabancı ve Türk sinema sanatçıları Coppola’yı ayakta alkışladılar. Coppola, “Sevginiz ve hevesinizle buradayım. Onur ödülü almaktan mutluluk duyuyorum” dedi.

Coppola ödülünü almadan düzenlediği basın toplantısında ise birbirine benzer çok film çekildiğini ve filmlerin daha önce izlenmiş duygusu yarattığını söyleyerek sinemacıların yeni bir şeyler öğrenmesi için çaba göstermesi gerektiğini belirtti. Yönetmen, “Risk almak gerek. Ben de bundan sonra artık insanların kalbine dokunan etkileyici filmler yapmak istiyorum” dedi.

Rice’a ‘kanlı’ protesto



ABD’de Kod Pembe: Barış Kadınları üyesi bir kadın, kırmızıya boyadığı ellerini Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın yüzüne doğru sallayarak “Ellerinde kan var Rice” diye bağırdı.



NTV-MSNBC VE AJANSLAR

WASHINGTON - Protesto, Rice’ın, Ortadoğu politikası konusundaki Dış İlişkiler Komitesi oturumuna katılmak üzere Temsilciler Meclisi toplantı odasına girdiği sırada yapıldı. Irak Savaşı karşıtı kadın derneklerinin kurduğu ‘Kod Pembe: Barış Kadınları’ kuruluşu üyesi bir kadın, ‘kanlı’ elini Rice’a salladı ve ABD’nin Ortadoğu politikasına atfen “Ellerinde kan var Rice” diye bağırdı. Rice bu protesto karşısında dondu. Adının Desiree Sairooz olduğu öğrenilen kadın kırmızı boyalı elleriyle Rice’ı sarmaya çalışırken bir yandan da konuşmayı sürdürdü: Suçlusun! Ellerin kanlı!

Duruma ilk müdahaleyi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Tom Lantos yaptı. Lantos, protestocu kadının Rice’ın başının üstündeki elini tuttu; “Dışarı!” diye bağırdı. Lantos, salondaki ‘Kod Pembe: Barış Kadınları’nın tüm üyelerinin derhal dışarı çıkarılmasını istedi.


Kaynak : www.ntvmsnbc.com

LİNK : http://ntvmsnbc.com/news/424126.asp

24.10.2007

Salih Bolat

Bölünmüş Sessizlik


geldiğimde güneş orda duruyordu
incir ağacı da duruyordu
pencereye bırakılmış bir bardak suyun yalnızlığı
biçilmiş çimenlerin şaşkınlığı
toplanmış çamaşırların ipteki nemi
boşluk, orda duruyordu.

kimse yoktu.
toprağın köklerindeki neyin çabasıydı?
boşuna aradım yazın giderken söylediği sözü
sıcak dallarda kurumuş böcek kabuklarında
gecenin derisinin altında ilerleyen zamanda
bozkırda, tuzla yıkanmış kayaların soluğunda
yağmurla boğulan çanların son şarkılarında
aşağıda, keskin eğiminde boşalmış evin.

böylece bekledim o bölünmüş sessizlikte
akşamüstü geri dönen karanlık kuşlarla
yatağında başka bir ışığı taşıyan nehirle
güvercinlere yem veren adamın tanrısal duruşuyla
ekmekle bıçak arasındaki kapanmış yolla
sonbaharı kanatan uykusuzlukla.

gidilmemiş yönlerin deltalarında
masalların gerilmiş yayında
geç olmadan söylemeliyim ilk gördüğümü:
geldiğimde güneş orda duruyordu.



"E" Dergisi

Arife Kalender

Aşk Kocaman Bir Kent

sana taşıdım kendiıni aşk boyunca
senden taşındım yoksul yoksul ve ince

gelirken yeniydi
yollar evler çatılar
sen yeniydin
yeniydi çiçek
ağaçlar

taşındım sana
içim sıra ırmaklar

sende oturdum
aşk kocaman bir kentti o sıralar

o sıralar gök mavi
su berrak
ekmek doyurucu

senden taşındım
kuru toprak, soğuk hava ve batak
gözlerim eskitmiş seni
çok bakmalar

yol mu kısa, ömür mü az
daha var, var
aşk
insan yaşadıkça yaşar


"Yazılıkaya"

Salih Bolat

Çengelköy’de Yaz Düşüncesi


Gündüzle ölçüyoruz eski limandaki düşünceyi
Bir şeyi anlatmak ister gibi rüzgâr
Masamızdaki peçeteleri karıştırıyor
Ölmüş bir yakınımıza benziyor bulut kümesi
Ezan sesi geliyor yalıların arasından
Büyük bir şilep sessizce uzaklaşıyor
Denizin uykusunu kaçırmak istemeyen misafir gibi.

Senin yapraklarınla dolmuş bir havuzum
Akşam kurbağalarının gürültüsüyle avunan.

Gece yıkıntısıyla karşılaşıyoruz orda
Bir ağaç yalvarışlarıyla hüzünlendiriyor bahçeyi
Biz biliyoruz kışın gümüş sokaklarını
Hangi kar örter düş kırıklığını
Alır ellerimizden bizden olanı
Dağ tarafından gelen haberlerle susuyoruz
Kurban bayramındaki kanla kirlenmiş bıçak gibi.

Senin dallarında kapanmış bir patikayım
Sabah oğlaklarının çanlarıyla uyanan.


"Varlık"

yaklaşık 30 bin kişi terörü protesto etti



Hatay esnaf odaları birliği tarafından düzenlenen teröre lanet mitingine katılan yaklaşık 30 bin kişi terörü protesto etti.
Hakkari’de gerçekleştirilen hain terör saldırılarını protesto etmek için Antakya Cumhuriyet Alanı’nda gerçekleştirilen mitinge esnaf odaları ile birlikte ilköğretim ve lise öğrencileri, sivil toplum örgütleri, muharip gaziler derneği ve şehit aileleri derneği destek verdi. Kentin farklı noktalarında bir araya gelerek kortejler oluşturan gruplar öğle saatlerinde Cumhuriyet Alanı’nı doldurmaya başladı. Ellerinde Türk bayrakları ile “Şehitler ölmez, Vatan bölünmez”, “Kahrolsun PKK”, “Askere uzanan eller kırılsın” ve “Türk-Kürt kardeştir, Amerika kalleştir” şeklinde sloganlar atan yaklaşık 30 bin kişilik kalabalık, terör örgütünün hain saldırılarını protesto etti.
Cumhuriyet alanında düzenlenen törene vatandaşların yanı sıra Antakya belediye başkanı Mehmet Yeloğlu, İl Emniyet Müdürü Osman Çapalı gibi protokolde yer alan isimler de katıldı. Teröre lanet mitinginde Hakkari’de şehit olan 12 askerin isimleri tek tek okunarak, vatandaşlardan “Burada” diye tekmil alındı.
Düzenlenen teröre lanet mitingi sırasında muharip gaziler derneği üyesi bir kişi fenalaşarak baygınlık geçirdi. 112 acil yardım ekipleri tarafından ilk müdahalesi miting alanında yapılan Gazi, daha sonra ambulansla Antakya Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastaneye kaldırılan Gazi’nin durumunun iyi olduğu öğrenildi.

http://www.antahaber.tr.cx/

23.10.2007

Hatay'daki Gösteriler Çığ gibi Büyüyor




Hakkari-Dağlıca'da Askerimize hain saldırı

http://www.antahaber.tr.cx/

20.10.2007



Murathan Çarboğa - Onur Aslan

Çiğdem Sezer

Kapat Kapıyı Bezirgânbaşı

yakama çürümüş çiçeği
taktım da geldim. sesim
yokuşlarıydı içimin, indim çıktım
debelendim. sen söktükçe ben ördüm
düz ters lastik haroşa
çıplak gövdemi şiirle dövdüm

‘sahtiyan’ mı diyorlar bezirgânbaşı
kapat kapıyı, yenildim

baktım da kâğıt tanrılarına dünyanın
kendime kayalardan bir parça edindim

sesim dünyanın duvarlarına
çarpıp bana dönüyor
anne beni düşünme
içime ektiğin ağaç
tersine büyüyor

ben de büyüyeceğim. kızarmış
elmalarımı kimseye vermeyeceğim
anne beni düşünme
emanetin olan uçurumu
kimselere düşürmeyeceğim

çeyiz sandığıma bıraktığın mühür
kalbindir. söz
mührü kalbimde gezdireceğim

karanlık bastığında sarı bir ışık
gibi parlayan şeyi hiç yitirmeyeceğim
say ki deniz feneri, say ki orda bir yalnız
bir yalnıza çiçek açmadadır
say ki orda bir dalga
bir dalgaya kulaç atmadadır

yakama çürümüş çiçeği
taktım da geldim.
-sakın anneme söylemeyin-
kapat kapıyı bezirgânbaşı
yenildim



"Akatalpa"

Onur Caymaz

Mesut Diye Bir Kanarya

mesut diye bir kanarya vardı çocukça bir şeyler
gece vapurlarında ağlayarak mehtaba bakan
bir evi terkedip giderken pencere önlerinde
sarmaşık diye bir çiçek vardı ne bileyim
çok özleyince hapishane demirlerine sarılan

mesut diye bir kanarya hüzünlü bir öyküdür
göğe ağan saçlarıyla dağılmış bir şehrin
şiir yazan bir çocuğun yüzünde ince
hiç öpülmedik dudakları vardı gülgün
yağmurda serinleyen yaz taşları ikindiler

mesut diye bir kanarya vardı yoksul bir şeyler
eski alfabelerden solgun birkaç harf
yazıldığı gibi okunmayan aşkın lisanından
ırmak gibi nergis gibi sabahları sevişmek gibi
olur olmaz aklı yerinden uçuran

benim eski dostumdu sigaradan öksüren
simitle çayı seven seninle tanıştırdım
balkonlarda unutulmuş susam kırıntıları
hiç sevinmemiş bir kız vardı elleri güz
çok üzülünce usulca giden bozgun iskeleler

mesut diye bir kanarya vardı sonra
sonrası şıkır şıkır birşeyler

"Adam Sanat"

19.10.2007

1. Uluslararası Antakya Bienali - Zamana Yolculuk

Antakya Akademisi Derneği girişimleri sonucu bu sene birincisi düzenlenecek olan Uluslararası Antakya Bienali, "Zamanda Yolculuk" temasıyla çeşitli sanat dallarından birçok Türk ve Bulgar sanatçıyı biraraya getiriyor. İlk ayağı 20-29 Ekim 2007 tarihleri arasında Antakya'da gerçekleştirilecek olan etkinlik iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek amacını güdüyor.

Yer:, Antakya ve İskenderun'da, 20-29 Ekim 2007
Çağlar boyunca kültürü ve sanatıyla dünyada önemli bir metropol olan Antakya'nın sahip olduğu değerleri günümüzde hakettiği gibi tüm dünyaya tanıtabilmek vizyonuyla kurulan Antakya Akademisi Derneği, Plovdiv City Club ortaklığıyla Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi açısından bir ilke imza atıyor. Dernek; Bulgaristan Büyükelçisi Ahmet Gücük ve Filibe Başkonsolosu Ümit Yalçın'ın destekleri, Hatay Valiliği, Antakya Belediyesi ve İskenderun Kaymakamlığı'nın işbirliğiyle Antakya, İskenderun ve Filibe'de düzenlenmek üzere "1. Uluslararası Antakya Bienali - Zamana Yolculuk" isimli etkinliği hayata geçiriyor.

20-29 Ekim 2007 tarihlerinde Antakya ve İskenderun'da, Nisan 2008'de ise Filipe'de ilk kez olarak gerçekleştirilecek olan Uluslararası Antakya Bienali, Türkiye'yi ve dolayısıyla Antakya'yı daha iyi bilinir ve anlaşılır kılmak, ülkelerarası diyaloğu canlı tutmak misyonunu taşıyor. Sergi alanlarında, konser salonlarında başlayıp parklara, sokaklara taşınması planlanan, dolu dolu ve hayatın içinde yaşanacak olan proje bu sene Türkiye ve Bulgaristan'dan sanatçıları ağırlıyor.

Bienal kapsamında yer alacak sanatçılar fotoğrafçılık, müzik, resim, ebru, çini, mozaik gibi çeşitli sanat dallarına ait eserlerini sergileme fırsatı bulacaklar. Bienal'de yerli ve yabancı sanatçılara ait birçok resim ve fotoğraf dışında mozaik, ebru ve çini çalışmaları sergilenecek. Ayrıca piyano ve kanun resitalleri verilecek, bieanalden 10 gün önce profesyonel sanatçılar tarafından eğitilip yönlendirilecek 9-13 yaşlarındaki Antakyalı 50 çocuğun hazırladığı 300 adet kartpostal sergilenecek.

8. Antalya Öykü Günleri

Füruzan, 8. Antalya Öykü Günleri’ni onurlandıracak

Antalya’da sekiz yıllık bir öykü bu

Antalya Sanatçılar Derneği (ANSAN) tarafından bu yıl sekizincisi düzenlenecek Antalya Öykü Günleri, ülkemizin önemli öykücülerini ve edebiyatçılarını Antalyalılarla buluşturmaya devam ediyor. 23-25 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 8. Antalya Öykü Günleri’nin onur konuğu ise Füruzan.

Ahmet Büke, Karin Karakaşlı, Refik Algan, Hüseyin Su, Kadir Yüksel ve Seray Şahiner’in de konuk olarak katılacağı Öykü Günleri’nde, öykü ödülleri ve dergiciliğiyle ilgili söyleşiler yapılacak, öyküler okunacak.

Öykü ödülleri ve dergiciliği

23 Kasım Cuma günü saat 17:00’de düzenlenecek olan “Öykü ödüllerinin edebiyatımızdaki yeri ve önemi” başlıklı söyleşiyi Nuri Erkal yönetecek. Söyleşinin konuşmacıları Kadir Yüksel, ‘Saat Kulesi / Kısa Metinler ve Hikayeler’ isimli kitabıyla 2006 Sait Faik Hikaye Ödülü’nün sahibi Refik Algan ve Seray Şahiner. Söyleşinin sonunda Antalyalı öykücü Neşe Karel öykülerini dinleyicilerle paylaşacak.

8. Antalya Öykü Günleri’nin onur konuğu Füruzan’ın öykücülüğü, 24 Kasım Cumartesi günü saat 14:00’de yapılacak söyleşide ele alınacak. Söyleşiyi, Antalya Öykü Günleri’nin fikir babası Celal Hafifbilek yönetirken; Hece ve Hece Öykü dergilerinin Yayın Yönetmeni Hüseyin Su, Deniz Keskin ve Füruzan konuşmacı olarak katılacak. Füruzan, Antalyalı hayranları için öykülerini okuyacak.

Aynı gün saat 16:00’da, Ahmet Tüzün’ün yöneteceği “Öykü dergiciliği canlanıyor mu?” başlıklı söyleşide, Karin Karakaşlı, Kadir Yüksel ve Hüseyin Su konuşmacı olarak yer alacak. 8. Antalya Öykü Günleri’nin konukları arasında yer alan, ‘İzmir Postası’nın Adamları’ ve ‘Çiğdem Külahı’ öykü kitaplarının yazarı Ahmet Büke de, öykülerini Antalyalılarla paylaşacak.


Antalya’dan geçen öykücüler

Antalya Öykü Günleri, bugüne kadar Tarık Dursun K., Faruk Duman, Erdal Öz, İnci Aral, Orhan Duru, Ayşe Sarısayın, Jale Sancak, Cemil Kavukçu, Adnan Özyalçıner ve Jaklin Çelik gibi edebiyatımızın önemli öykücülerine ev sahipliği yaptı.




NOT: Füruzan’ın fotoğrafları Selahattin Özpalabıyıklar tarafından çekilmiştir.
Öykünün onuru Füruzan

İlk kitabı Parasız Yatılı'yla 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazandı. İlk kitaplarında kötü yola düşmüş kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarına sevecenlikle yaklaştı. Kişileri derinlemesine inceledi ve anlatımını ayrıntılarla besledi. 12 Mart dönemini anlattığı ilk romanı Kırk Yedi’liler ile 1975 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü kazandı.
Daha sonra bir sanatçılar programıyla (D.A.A.D.) 1975'te Batı Berlin'e çağrıldı ve orada bir yıl kalarak işçilerle ve sanatçılarla röportajlar yaptı. Öyküleri Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi birçok dile çevrildi. Öykülerinden yapılan bir toplam, A. Saraçgil tarafından İtalyancaya çevrildi ve 1991’de Napoli’de basıldı. Kırk Yedi’liler romanı 1986’da S. Pirvanova çevirisiyle Bulgaristan’da basıldı. Sevda Dolu Bir Yaz ve “Nehir” ile “İskele Parklarında” öyküleri Damian Craft’ın İngilizce çevirisiyle 2001’de Londra’da yayımlandı. Halen toplu öyküleri İspanyolcaya Gül Işık tarafından çevrilmektedir. Dokuz Çağdaş Türk Öykücüsü (1982, Volk und Welt Verlag) adlı antolojisini ve Die Kinder der Türkei (1979, Kinderbuch Verlag) adlı çocuk kitabını ise Doğu Berlin'de konuk kaldığı süre içerisinde hazırladı. Bir öykü kitabı Saraybosna Connectum Yayınevi’nce 2007’de yayımlanacak. 2007’de Dil Derneği’nin düzenlediği Dil Bayramı’nda Onur Ödülü’nü aldı.
1988-1990 yıllarında çektiği Benim Sinemalarım filmi 1990'da Cannes Film Festivali'nin “Eleştirmenlerin 7 Günü” ve “Altın Kamera” dallarından çağrı alarak 158 film arasından seçilen 8 filmden biri olarak gösterime girdi. 1991’de Uluslararası İran Fecr Film Festivali’nde, Uluslararası Jüri’den “En İyi İlk Film Jüri Özel Ödülü”nü kazandı. 1991’de Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde seçilen “En İyi On Asya Filmi” arasında yer aldı. 1994'te, Bosna-Hersek, Yunanistan ve Bulgaristan gezilerini Balkan Yolcusu adlı kitabında topladı. Oyunlaştırdığı Sevda Dolu Bir Yaz, Ankara Devlet Tiyatroları’nda yaklaşık 200 kez sahnelendi (2000-2005).
Yapıtları:
Öykü: Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gül Mevsimidir (uzun öykü, 1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982), Sevda Dolu Bir Yaz (1999).
Roman: Kırk Yedi'liler (1974), Berlin'in Nar Çiçeği (1988).
Röportaj: Yeni Konuklar (1977).
Gezi: Evsahipleri (1981), Balkan Yolcusu (1994).
Oyun: Redife'ye Güzelleme (1981), Kış Gelmeden (1997).
Çocuk Kitabı: Die Kinder der Türkei (1979, Türkiye Çocukları).
Şiir: Lodoslar Kenti (1991).





8. Antalya Öykü Günleri Basın Danışmanı
Hülya Özyol 0554 800 40 39
ansanoyku@gmail.com

Veysel Çolak

Kırık Ağıt

Bazıları yatağında bir mermiyken ölüdür.

Kendini, akşamları unutma.
Ah, bir gülebilsen yıkanır ağzın
benim ömrüm seninle iki nefes arası
bırak, dağılsın çürüten uzaklıklar
bana bir deprem bağışla
saygılı ol yitirmek korkusuna.

Hiçbir silahı namlusundan öpme
belki yenilirsin, belki ayrılık haklı çıkar
teksin ve yalnızsın üstelik.
kimi nişanlasan kendini vurursun

Artık her kent senin uygunsuzluğunla başlar
çatlak bir yüzle ezberlersin yolları.

Necatigil’den kalma bir yazdı
kalın hüzünlü ve dibine kadar yorgun.
Bırak buluşmalar üşüsün,
çoğaldıkça insan kıran yasalar
her çocuk masalına çekilir. Sonra aşk
güzel kadınların gövdesinde bıçak yarası.

Anlattığın dünyaya bu çığlık nasıl sığar!


"Dize" 2005

Altay Öktem

Açık Kalp Ameliyatı


hepimize yeter bu aşk aralık tut kalbini
üşürsen temmuz tut, kar tanesinin
yumuşacık süzülüşü gibidir sevişmek bu kalabalıkta
her aşk biraz yaklaşmaktır kansız bir cinayete
her aşk taslaktır, tasadır belki de
yalnızca 5'i olan bir saate bakıp bakıp
ağlamamaktır, tutmaktır kendini boşalırken bile
kaybolan ya da ne bileyim güpegündüz çalınan
kum saatidir, çingene sesidir, hepsidir.

neşter girdi mi kalp guguklu saatin
ötmesini öğretir zamana; hasrettir zaman
kırılan aynaya. hepimize yeter bu aşk
neşter yetmez ama; tahta bir kazık, kızgın yağ
bir poşet tiner, yeni çekilmiş
ayak tırnağını yalamaktır
kapana uzatmaktır dilini
işlenmemiş suçları itiraf etmektir aşk

herkes birbirine fazla narkoz versin lütfen
rica ederim zorluk çıkarmayın baltaya
korkuluklara saygılı olun mesela, tırmanmayın
direklere neye yarar bu; neye yarar ısıtmak
dün ölen bir kadavrayı mor bir aşk uğruna

açık bırakıp bu kalbi ameliyat masasında
resim yapmalı, deli gibi resim yapmalı
kayıp bir turuncu kokusu var havada


"Budala"

Bayram Balcı

Belki Dostlar Anlar

şehrin gündüzü mermer gecesi toprak renginde
kerpetene kıstırılmış bir çivi gibi söktüm ihaneti
açlığın kokacak nefesi olmaz. boğazıma yapışmış
Satıcı’ların hayasını tekmeliyorum yaşamak adına

hiçbir okun hedefine varamadığı bu çağda
silinir erdemli bencilliklerde hayatın resmi
varlık boşluğu doldurursa düzelir mi dünya
yılanların korkusu kalmamış artık şimşekten

hesabını yalansız sürsün ortaya hısım akraba
gün olur kovulur berduş Satıcı’lar asil burçlarından
insan işidir şiir bazen onu hayat bile anlamaz
polis kayıtlarına geçer eve bir şişe süt götürdüğüm

tanrının evi bizim ebedi mezarımızdır
ölümdür yener elbet hepimizi ve kendini
ah...ne yazık bu dünyada beni sadece hayat anladı(!)
eksiğiz işte insan insandan büyük değil ki

toprağın sesi çoğalıyorken karakollarda
aynada tırnağını kemiriyor diyarbekir kedisi
saçlarım dağınık diye üzülme anne. bu dünyada
beni belki dilcambazı olmayan dostlar da anlar


"Şiirli Çıkın"

Haydar Ergülen

Yağmurun İyiliği

Çocukların küllere karışması fena,
kendilerinin olmayan bir çocukluk
bulacaklar ve beni anlayacaklar orada!
Çocukların beni anlamasına dayanamam,
korkarım en çok anlayanın en zalim
olacağından, korkarım çocuklar da...

Sen küle bırak beni zalimlerin yağmuruna
kül insandan gelir, onu anlama, beni de...
Yağmuru anla, o, tanrının iyiliğidir,
kimin içi açıksa yağmur ona gelir,
senin yağmurlu tanelerin düşseydi aklıma
bahçeme de iyiliğin düşerdi, şimdi kül
bahçesidir, yağmuru gezdirme, kötülük gelir...

Tanrının başka bahçeleri de vardır
üzümler iyileşir gibi üzgünler de iyileşir
tanrının bahçıvan olduğu günlerden kalmadır

iyiliğin bahçesi: Yağmura bak!
iyilik bir bakışta kendini gösterir...

İyisin, hem yağmur, hem bahçe gibisin,
tanrıyı seninle sevindir, unutma,
sevindirmek yağmurun iyiliğidir,
tanrıyı benimle üzme, zalimlerin
eline bırakma onu, küle bırakma!
O, yağmurun ve iyiliğin bahçesidir,
üzümü iyiliğe bırakır gibi
tutar senin de üzgün elini...

Çocukların yağmura karışması iyi,
yeter ki beni anlamasınlar!
Korkarım çocukların zalim olacağından,
yağmur dururken külü anlamalarından
korkarım, her zalimde bir çocuğa
rastlamaktan korktuğum gibi...

"Kum" 2006

18.10.2007

Zafer Ekin Karabay

Üzüntü


-h.ergülen'e ve dedeme-


üzülürdüm dedemin adında belirlemesine
üzüntüsünün. Ve şarabın üzgün haline

üzülürmüş ipi kopan tesbih de
dedeme göre

adı kara'ydı dedemin. Şarap içmezdi
ama anlardı karaüzümün hüznünden

evet, "üzgün şarap olur karaüzümden"
ama üzülme sen.

"kül" 2002

Selahattin Yolgiden

Annem İncecikti

annem incecikti, ne zaman bana seslense
kaybolur giderdi rüzgârda sesi.
akşamüstleri, tatilcilerin terk ettiği sayfiyelerde
elimdeki el işi kağıdından yıldızların
göğün neresine yakışacağını düşünürdüm.

denizden esen rüzgâra aldırmadan çıplak ayak…
akşamları ağır bir yorgan altında öksürürdüm
annemin elleri gelip bulduğunda saçlarımı
durmadan düşünürdüm: bu denizden başka deniz
var mı, bu denizin ötesinde farklı ülkelerde aynı anneler
böyle üşüten oğullarının saçlarını sıvazlar mı?

ilkbahar kucağında çiçeklerle geldiğinde
saygı duruşuna geçilirdi evlerimizde
her hıdrellez bir dal erik çiçeği takardı annem kapıya
baharın geldiğini bilsinler diye.
akşamları ateşten yanmış ayaklarımıza sürülen
merhemlerin serinliğine sığınırdık odalarımızda.

saatler işliyor durmadan, bırakıyor yerini anılara.

annem incecikti, bir şey söylemeye çalışsa
sesinden önce kendi giderdi uzaklara


"Sözcükler" 2006

Emel Güz

Östrojen

Anne! Ben sende kötü bir başlangıçtım.
Hayatın kanlı duvarına sancıyla tutunan taş.
Sevmediler beni, ben bir anne ölüsüydüm.
Anlamadığın bir dille beni yalanladılar!
Şiir yazdım... O da yazdı... Okumadık birbirimizi.

Anne! Duvardan anneleri silmek istiyorum.
Ölmeliyim anne olmamak için bir daha.
İlaç boşaldıkça beynim çürüyor!
Neyi bekliyoruz gömülmek için ilaç kutusuna!
Çürüyen beyin kokusuna anneler dayanamaz.

Anne! Şiirleri cam vazolar gibi...
Salonun, yüzümün, kağıdın orta yerinde!
Yeniden ezberleyip duvardaki biçimini,
Aklımı senin "ilk göz ağrımsın" dediğin
Yere bırakıp şöyle senin gibi büyümeyi...

Anne! Duvarımı yıkma yüzüme bak!
Çıkar gözlerini ağrından kurtul!
Ben iyiyim, kendi halinde bir ceza...
Kutsal olan şeyler kolay yıkılır
Beni sevme kendinden kurtul!

Anne! Beni sana benzetiyorlar
Korkuyorum anne olmaktan!

"Varlık" Mart 2002

15.10.2007

Adonis

dünya

kaç kez, ikinci bir ülkem var, dedin
ve avuçların yaşlarla doldu
ve doldu onun
yaklaşan sınırlarının şimşeğiyle gözlerin,
anladı mı gözlerin, dünya nerede ağladı
ya da nerede yıldırdıysa adımlarını senin
şarkındaki gibi, burada ya da orada
senden başka her yol geçeni tanıdığını
ve onun bağrıyla memeleri kuru
bir yalnız olduğunu
ve reddin havasını bilmediğini;
acaba dünyanın sen olduğunu
kavradı mı gözlerin?


Çev. İsmail Özdemir

8.10.2007

Akdeniz Yaraşıyor Sana

Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Seninle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değişince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağrasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik âsarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri büklümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan iz düşümleriyle
Yürüyor Balan Tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım
Yaraşıyorsun sen Akdenize


Can Yücel

2.10.2007

Onur Aslan



ORONTES


ve sırtımda koca çınar bir garip
kent/im… adım gizil kalır…



Bir bir çevrilen tarih yapraklarına tanıklık eden çınarların arasında büyüdüm.

Yıllar, yıllar önceydi. Genç bir Çınar vardı sırtımı yaslayabileceğim. Geniş kolları, bir atleti andıran bacakları insanı şaşırtan türdendi. İlkin o göstermişti Amanos’un ardındaki akbabaları.

Her gün beraber kalkar, Orontes’in yanağına postu sererdik. Orontes bizi görünce heyecanlanırdı. Çocuklarını salardı gökyüzüne. Biz bunu anlardık. Bir mutluluk göstergesiydi martıların tepemizde uçuşması. Hava kararana kadar bu böyle sürüp giderdi. Aslında havanın kararması değildi günü sonlandırmamızı sağlayan. Giysilerimizin ıslaklığı, kirliliği ve midemizin guruldamasıydı.
Evlerimize dağıldığımızda azar işitirdik. “Yine mi Orontes’e gittiniz, eşek herifler!” cümlesi beynimize kazınmıştı. İşitmeye alışık olduğumuz bu cümle artık bizde bir tepki uyandırmıyordu. Sıradan sözcüklermiş gibi umursamıyorduk. Ertesi günü yine aynı yoğunlukta geçiriyorduk. Biz sadece çocuk aklımızla eğleniyor, oyunlar oynuyorduk. Yalnız diğer çocuklarınkinden farklıydı oyun alanlarımız. Zaten onlar Orontes’e gelmez, gelemezlerdi. Orontes bizim arkadaşımızdı. Biz Orontes’i temizler, berraklığının bozulmaması için elimizden geldiğince çabalardık. Serinlemek için Orontes’in bir ucuna atlayacağımız zamanlarda bile, önce ayaklarımızdaki kirden bir şekilde kurtulurduk. Elimizle su taşıyıp kirden arınırdık mesela.

Çınar, bir gün tekneden söz etti. Tekne de neydi? İlk defa duyuyordum bu sözcüğü. Bakışlarımdaki şaşkınlık Çınar’ın hoşuna gitmişti ve beni bu denli meraklı görünce teknenin ne olduğunu söylemeyi erteleyip, kızdırmaya çalışmıştı. “Sen söyleme, ben tek başıma öğrenebilirim.” demiştim. Nedense bu tavrım tekneyi açıklamasına yetmişti. Ne güzel bir düşünceydi tekne. ‘Tekne, Tekne, Tekne…’ Dilimden düşürmüyordum bu sesleri.
Hayalini kuruyordum.

Orontes’in tam ortasındayız. Ben, Çınar ve biri daha… Akıntı sürüklüyor bizi. Kürek kullanmadan kenti boydan boya seyre çıkıyoruz. Arada, martılar üçer beşer tekneye konup bize “Hayırlı olsun” diyordu. Yanımızda olmaları bize güven veriyordu. Biraz ilerleyince Çınar, teknenin durması için güçlü bacaklarını kullandı. Ben de vakit kaybetmeden balık tutup martılara ikram ettim, sanki bunu yapmama gerek varmışçasına. Martılar kendi başlarına karınlarını doyurabilirlerdi doyurmasına da bir gelenek işte. Martılar bizim teknemize konuk olmuşlardı. Onları en iyi şekilde ağırlamak gerekiyordu. Böyle görmüş, bunu değişmez bir kuralmış gibi özümsemiştik. Orontes’in ikiye ayırdığı bu kentte büyük küçük herkes misafirperverdi. Antakyalılar aç kalma pahasına olsa bile konuklarına ikramda kusur göstermemek için çabalarlardı. Farklı etnik gurupların birbirleri içinde hoşgörüyle yaşamasının bıraktığı mirastır sanırım, insanların misafirperverlik gibi bir ortak paydada buluşmaları.

Roma Köprüsü’nün altından geçiyorduk. Kenti ikiye ayıran Orontes’in üzerine kurulan bu köprü eşsizdi. Bir bakışım yetiyordu her zamanki ihtişamıyla beni büyülemesine. Köprü herkesin geçmek zorunda kaldığı tek yerdi. Merkezdi. Kim ne derse desin bir şaheserdi. Büyükler çoğu şeyin önüne “tarihi” sıfatını koyup söylüyorlardı. Antakya, Antakya adını alana kadar ne çok evrim geçirmiş, neleri yaşamış, kimleri kucaklamış. Sevgi ve barış içinde tarih diye nelere imza atmış. Acaba zaman içerisinde, Roma Köprüsü de “Tarihi Roma Köprüsü” diye anılacak mı! Yoksa…

Orontes zaman zaman akış hızını arttırır bizi evlerimize dönmemiz için uyarırdı. Bu uyarıya martılar da eşlik edip havada ilginç şekiller oluştururlardı. O gün yine benzer bir uyarı almıştık; ama pek önemsememiştik. Henüz teknenin tadını çıkaramadığımız için biraz daha kaldık. Nasıl olsa Orontes arkadaşımızdı. Olabilecek durumlara karşı bizi korurdu. En kötü anlarda bile martılar bizi eve ulaştırmamışlar mıydı!
Orontes’in hafif dalgalanmasıyla teknenin dengesini koruması zorlaşıyordu. O an Orontes’in boyunun uzadığını fark ettim. Martılar havada, sanki “Çıkın!” diye çağrışıyorlardı ve ben hayatımda ilk ve son kez bir Çınar’ın gözlerinde korkuyu görecektim. Çınar’ın gözbebekleri gökyüzünde ışıldamaya başladı. Bulutlar bir tuvalin kara fonunu oluşturmuştu bile! Bu tuvalin ressamı olmuştu Çınar’ın gözleri. Resmin içinde büsbüyük bir yaratık, iki başlı bir ejderha sanki. Ağzını kocaman açmış, içindeki alevleri kendi hizasında püskürtmüştü. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorduk. Çınar buz kesmişti. Yanımızda biri daha vardı. Kimdi, neydi, neciydi bilmiyorum ama kurtarıcımız olacaktı. Gökyüzünde, kulakları rahatsız edecek bir ses yankılanmaya başladı. Resmin fonunu oluşturan kara bulutlar renk değiştiriyordu. Önce çevresinde birkaç kez beyaz bir çizgi parladı, ardından tuvalin içinde ejderhaya bürünen siluet damlalar şeklinde üzerimize boşaldı. Tuvalin ortasındaki ejderha kahverengiye dönüştü en son.
Ellerimi kafamın üzerine koyup damlalardan korunmaya çalıştığım sırada, Çınar teknede yoktu. Kurtarıcımız tekneyi Orontes’in bir ucuna çekmeyi başarmış. “Hadi gel, gel, geeeel!” diye bağırıyordu. Bense onun çağrılarına aldırış etmeden Çınar’ı arıyordum. “Çınar nerdesin!” diye bağırmamla kurtarıcımla göz göze geldik. Alık alık bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden kolumdan tutup beni karaya çekti.

İşte korkuyla tanışmıştım.
Orontes’in uyarısını dikkate almamıştık. Biraz eğlenmek adına Orontes’e çamurlar yağdırmıştık. Onu kirlettiğimiz için kendimi çoğu gece suçladım. O aklımla kendimi olanlardan sorumlu hissettim ve hayallerimde canlandırdığım senaryoların finalleri hep birileri yüzünden kötü oldu. Yaramazdım evet! Çok yaramaz bir çocuktum. Elimden bir şey gelmiyordu.
Hayalimde yarattığım oyun arkadaşım Çınar’ı kaybettim ilkin.
Üzerinden yıllar, yıllar geçti.

Hâlâ evimdeyim. Orontes’in can çekiştiği kutsal kentte ve zaman bir mozaiği törpüleyerek akıyor.

Onur Aslan

"İle" Dergisi,Sayı:8
Ocak-Şubat 2007