25.09.2009

Kurgu'da Hafta Sonu





Ölümünün 20. yılında "Aylak Adam" ve "Anayurt Oteli" yazarı Yusuf Atılgan'ı anıyoruz. Manisa ve İzmir'de.
Edebiyatçılar Derneği İzmir Temsilciliği ile Manisa Kültür Sanat Kurumu'nun işbirliğiyle.
9 Ekim 2009 cuma günü 14.00'te Manisa Belediyesi Kültür Sitesi Meclis Salonu'nda.
10 Ekim 2009 cumartesi günü 14.00'te Kültürpark'taki İzmir Sanat Oditoryum Salonu'nda.

2.09.2009


yeniyazı dergisi, sayı: 2

İÇİNDEKİLER
ŞİİR:
Osman Serhat, Sevil Avşar, Muammer Karadaş, Hilde Domin [Danyal Nacarlı], Mustafa Ergin Kılıç, Janset Karavi, Öktem Tepe, Abdulbaki Akpınar, Caner Ocak
ÇERÇEVE:
Nurdan Gürbilek Nurdan Gürbilek - Erkan Irmak, Orhan Koçak, Nüket Esen, İshak Reyna, Tuğba Doğan
ATÖLYE:
“Kambur”Mehmet Siyah Kalem, Başak Deniz Özdoğan, Erkan Irmak, Raif Kadıoğlu - Yaver Umman, Tuncay Altınkaya, Sancar Dalman, Ayşegül Tözeren, Özgür Öztürk - Akın Çınar
ÖYKÜ-ANLATI:
Taylan Asır, A. Handan Konar
DENEME-ELEŞTİRİ:
Seval Gülen, Bahadır Sürelli
VE YİNE:
Hüseyin Alemdar, Hüseyin Peker ve Kitap Tanıtımları
ORTANCA
SANAT VE EDEBİYAT DERGİSİ
YAYIN MERKEZİ: KARŞIYAKA MAH. SAMSUN YOLU 25.Km. KANTAR MEVKİİ NO:12 LALAHAN / ANKARATEL: (0 312) 598 01 98İSTEME VE İLETİŞİM E- POSTA ADRESLERİ: ortanca@ortanca.orgeditor@ortanca.orgPosta Çeki Hesap Numarası: İbrahim ENGİN - 535 99 66 YILLIK ABONE BEDELİ: 50.00 TL

ONALTIKIRKBEŞ’İN 31. SAYISI ÇIKTI...

Metin Güven: Kirli Kan,
Niyazi Özsan: Kuş Kafesinde Yazılan Günlükler,
Ayşe Kilimci’den Mektup Var: Kim öle, Kim Kala,
Beyza Ersoy: KN
Emel İrtem: Yaz Sıkıntısına ve Entelektüel açlığa ekli Evvel Zamandan ahir zamana
Üç Cesur Kitap,
Serdar Koçak: Beni Ele Geçirin,
M. Akif Ertaş: Örtük Olmayan Lirizmin Şiiri,
Şairler Konuşuyor:
Fatih Yavuz Çiçek Sordu, Hayriye Ünal yanıtladı,
Kerim Evren: Mutluluk,
Gün Zileli: Sokak,
Salondan Nasıl Görünüyor,
Feridun Orhunbulge: Siyaset Felsefesinin Konusu,
Oğuz Tansel Halk Bilim Ödülü,
Önder Adalı: Şiirin Düşüncesi, Düşüncenin Şiiri Ve Şiirleriyle: Burcu Yalkın: Saat Karanlığı Vurunca, Muharrem Sönmez: Basite İndirgemeler,
Murat Çakır: Edep Sokağı,
Yaprak Ünvar: Kırık Bir Çocuk Bakışıdır,
Halil İbrahim Polat: İstanbul’a Sone,
Metin Güven: Arı,
Jean Valentine: Hawkin’s Çiftliği,
(Çeviri: Deniz Evren) Fatih Buğra Yener: Sen Hilmi Haşal: Boya Öktem Tepe: Kaps-ül Rab Cihan Sönmez: Gizli Kod-13 Kubilay Bürgan: O”an… Ahmet Özer: Aşk ve Renk, Ahmet Uysal: Hiç/Kimseyle Yürüyüş, Türker Özşekerli: Akrep Isırıkları

Mülkiyeliler Birliği Makale Yarışması

Son katılım tarihi 20 EKİM 2009
NASIL BİR MÜLKİYE, NASIL BİR TOPLUM ? KENDİ ÜTOPYANIZI KURUN. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi – Mülkiye’nin kuruluşunun 150. Yılında gerçekleştirilecek çeşitli etkinlikler kapsamında tüm Mülkiye camiasına yönelik bir makale yarışması düzenlenmiştir. 150. Yıl Organizasyon Komitesi olarak Mülkiyeli olan herkesi bu zengin ve sınırsız konuda üretmeye ve düşüncelerini paylaşmaya davet ediyoruz.
Konu
“Nasıl Bir Mülkiye, Nasıl Bir Toplum? – Kendi Ütopyanızı Kurun”
Katılım Şartları
Yarışma, mezun ya da öğrenci olan tüm Mülkiyelilerin katılımına açıktır. Farklı bir toplum düşünmenin ve düşlemenin gerekliliği inancıyla sınırı olmayan bu konu belirlenmiştir. Daha güzel bir dünya için hepimizi heyecanlandıracak ideallerin ve hayallerin yaşamsal önemine dikkat çekmek istiyoruz. Toplumların tarihsel süreçlerinin belli dönüm noktalarında daha fazla düşünmeye, düşlemeye ihtiyacı olduğunu hatırlatıyoruz. Ütopyalar gerçeğin sorgulanması olduğu kadar geleceğin kurgulanmasıdır da. Düşünce özgürlüğü kadar düşleme özgürlüğüne de sahip çıkmalıyız. Mülkiye camiasını, düşleme özgürlüğü ve gücünü kullanarak üretmeye ve paylaşmaya davet ediyoruz.
Katılımcıların kendi özgün çalışması olan makaleler, daha önce herhangi bir yarışmaya katılmamış ve herhangi bir yerde yayınlanmamış olmalıdır. Gönderilen makaleler iade edilmeyecektir. Bu makalelerin kitap, dergi ve internet ortamında yayınlama hakkı A.Ü. SBF Dekanlığı’na ve Mülkiyeliler Birliği’ne aittir.
Yazım Kuralları
Makalelerin 12 punto, Times New Roman yazı karakteri ve 1,5 satır aralığı ile yazılmış olması ve en az 3000 sözcük en fazla 8000 sözcükten oluşması gerekir.
Seçici Kurul
Ruşen KELEŞ, Korkut BORATAV, Ayla KUTLU, Alaaddin ŞENEL, Ayhan YALÇINKAYA
Başvuru
Başvurular 20 Ekim 2009 tarihinde sona erecektir. Mezuniyet yılı ve bölümü katılımcılar tarafından belirtilmelidir. Öğrenciler fakülte numaralarını ve bölümlerini belirteceklerdir. Bu tarihe kadar yarışmacıların makalelerini bildirilen adreslere göndermeleri gerekmektedir. Elden teslim ederek, posta yolu ile veya e-mail ile başvuru yapılabilir.
Ödüller
Birinci : 3.000 TL
İkinci : 2.000 TL
Üçüncü: 1.000 TL
Mansiyon : Kitap Seti
İletişim ve Teslim Adresi
150. Yıl Makale Yarışması Komitesi
Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi
Yüksel Caddesi Konur Sokak No: 1 06650 Çankaya / ANKARA
mulkiye_makaleyarismasi.150yil@yahoo.com Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
Faaliyetlerle ilgili ayrıntılı bilgi için
www.mulkiye.org.tr

BİR SALLANAN KOLTUK - Ruşen Ergün

(…)
varoşların çoluk çocuk
akşam pikniğe çıktığı
bir şeydi yazlık sinema
(…)
Nevzat Çelik
Pencereden süzülerek tül perdeyi aşıp öğle soframıza dek uzanan cılız sese kulak kabartıyorum. Uzaklardan dalga dalga yayıldığı için sözcükler net olarak seçilemiyor henüz. Ama sesin kime ait olduğunu iyi biliyorum; bir haftayı daha devirmişiz ve birazdan, bu akşam beyaz perdeden bizlere kimlerin göz kırpacağını muştulayacak bu ses. Yaklaşsın diye heyecanla bekliyorum. Sofradaki kaşıklar hazırola çoktan geçmiş. Git gide yaklaşıyor. Odada soluk alışverişlerimizin dışında çıt yok. Yaklaşıyor… yaklaşıyor… yaklaşıyor…Ve sonunda, beklenen sözcükler teker teker düşüyor;
“DİKKAT DİKKAT! MEHTAP SİNEMASI İFTİHARLA SUNAR.” Babamın yüzüne bakıyorum, babam da tıpkı benim gibi sese odaklanmış, dikkatle dinliyor. O cesaretle sofradan fırlıyorum ayağa, doğruca pencerenin parmaklıklarına koşuyorum. Başımı aralıktan çıkarabildiğim kadar çıkarıp sesin geliş yönünü gözlüyorum. Neyse ki çok sürmeden pikabın ucu görünüyor.
“BU AKŞAM SİNEMAMIZDA İKİ FİLM BİRDEN.” Sesin sahibi azcık soluklanıp boğazını temizledikten sonra devam ediyor.
“BAŞROLLERDE AYHAN IŞIK, BELGİN DORUK” Biraz daha soluklanıyor, sonra filmin ismini harflerin üstüne basa basa anons ediyor.
“KÜÇÜK HANIMIN ŞOFÖRÜ” Soluk alışındaki derinlik megafondan duyuluyor. Biraz duraksadıktan sonra daha güçlü bir sesle “DİKKAT DİKKAT! İKİ FİLM BİRDEN” diyor, yine susuyor.
İlk filmin ne olacağına dair merakımız gitse de ikinci filmin anonsunu da aynı sessizlikle bekliyoruz. Derken sesin sahibi anonsuna kaldığı yerden devam ediyor.
“BAŞROLDE DÜNYACA ÜNLÜ KUNG FU USTASI BRUCE LEE!” Yine birazcık daha duraksadıktan sonra bu filmin de adını anons ediyor.
“ÖLÜM KULESİ BU AKŞAM SİNEMAMIZDA” Bu anonsla beraber odanın sessizliği birden bire bozuluyor. “Yaşasın brucelleee!” diye bağırıyor erkek kardeşlerim.
“İyi ki iki film birden” diyor annem, “Ayhan Işık’la Belgin Doruk da bizim olsun!”
Babamın yüzüne bakıyorum. Babamın gözleri yıldız saçıyor.
“Hazırlığını yap hanım, bu akşam sinemadayız.”
“Yaşasınnnnn!” diye bağırıyoruz hep bir ağızdan. Ablam da bizim gibi çocuk oluyor, bütün kardeşler hep beraber el çırpıyoruz. Birazdan Sevim abla arka bahçemizin duvarından anneme seslenecek.
“Huuu komşum! Bu akşam sinemaya gidiyorsun değil mi?”
“Kısmetse evet” dedikten sonra “ya sen?” diye soracak annem.
-Bu gün Sevim ablanın kocası evdedir, yeni filmi kaçırırlar mı hiç.-
“Kambersiz düğün, bensiz de sinema olur mu a, diyecektir” Sevim abla.
Olur da gitmeyiverirse, yarın olunca, “kocam beni sinemaya götürdü, beyaz gazoz içirdi” diye komşu kadınlara kim hava atar sonra!
Sevim ablanın kocası haftada üç gün gelir evine, üçünde de akşamları ya sinemaya ya da çay bahçelerine götürür karısını, ertesi sabah kapı önünü süpürürken diğer komşu kadınlarla lafa tutuşur Sevim abla, “kocam akşam beni falanca yere götürdü, çaçaçola içirdi, çukulatalı dondurma, fıstıklı baklava yedirdi” diye ne yedi ne içtiyse, kimi gördü kimle konuştuysa ballandıra ballandıra anlatır. Mahallenin kadınlarına diyeceğini dedikten sonra evine gider, o gidince de ardında kalan kalabalıktan fısır fısır sesler yükselir.
“Sana bunları yedirip içiriyorsa, öbürüne neler alıyordur kimbilir” der kızgınlıkla kadınlar, “bilsen, ah bir bilsen!...”
“Abooov” der Fadik abla, “kocam beni sinemalara neyin götürmese de olur, yeter ki yastığı yastığımla bir olsun!”
Fadik abla, Sitti teyzelerin bir göz odasında kiraya oturan yeni gelin. Kocası bir oto tamircisi yanında kalfa. Üstü başı kir-pas içindedir her daim. Akşamları elini yüzünü yıkayınca azcık adama benzermiş, Fadik abla öyle diyor. Doğru da diyor, adamı ne zaman görsem kapkara. Bir pazarı var aklanıp paklandığı. Her gün kapı önünden öteye gitmeyip evinde pinekleyen Fadik abla, Pazar günü de kocasının öğle uykusu için bekler evinde. Ses olur da kocası uyanır diye çıtını da çıkaramaz bir göz odada. Tığını ipliğe dolar, bir batırır bir çıkarır. Konu komşuya parasıyla dantel örer.
Ömründe hiç sinemaya gitmemiş Fadik abla. Annemle konuşurken duydum. Kocan izin verirse gel bizimle Fadik, dedi annem. Sağol abla, sinemaya gitmemi istese kendi götürür, dedi.
Akşama sinemaya gidilecek. Minderler hazır edilmeli. Yapraklar sarılmalı. Kekler, börekler fırına sürülmeli. Koca bir kese kağıdı ay çekirdeği unutulmamalı. Şimdi temmuzun sıcağı ortalığı kasıp kavursa da geç vakit hava serin olur, çoluk çocuğun üstüne alınacak hırkalar dolaplardan çıkarılmalı.
“Huuuu komşuuuu! Küçük Hanım Belgin Doruk bu akşam sinemada, gidiyor musun a?”“Gideriz zağar, kocam gelmedi daha bi şey diyemem”
“He bacım he, bizimki olur dedi, ben de gidiyorum!”
“Nasipse gideriz dedi, nasipse gideceğiz inşallah”
“Akşam ola hayr’ola, bizimkinin sağı solu belli olmaz. Olur dedi de, ne bileyim bacım, olmaz olmaz!”
Mahallenin kadınları kapılardan pencerelerden başlarını çıkarıp havadisleri alıyor, sonra kaldıkları yerden işlerine devam ediyorlar. Eller bulaşık leğenlerine girip çıkıyor, aygazlar, tezgahlar ovuluyor, biberler kızartılıyor, soğanlar doğranıyor, patatesler soyuluyor. Bebeler sallanıyor beşiklerde, kaynanaların sırtları ovuluyor. Çaylar demleniyor evdeki kocalara, kahveler pişiriliyor. Almancı akrabaların yadigar teyplerinden acıklı türküler dökülüyor sokaklara. Zart zurt ediyor kocalar, koşturuyor ev halkı. Aman daha çok kızmasın! Akşama sinemaya gidilecek. -Kocaların tepesi atıp da vazgeçmezlerse, inşallah!-
Fadik abla kafasına koyuyor, şeytanın bacağı bu akşam kırılsın artık.
Bütün çocuklar toplanmış kendimizi sokağın gölgeliklerinde var etmeye çalışıyoruz. Tıpkı, annelerimizin, kocalarının kendilerine ne çok vakit ayırdıklarını göstererek diğer kadınlar arasında yer bulmaya çalıştıkları gibi.
“Babam, bizi bu akşam sinemaya götürecek, yaaa!” diyoruz.
“Benim babam da götürecek bizi” diyor kimimiz.
Bir kenarda dinleyip çıtını çıkarmayanlar oluyor. Birazdan evlerine koşuyorlar.“Anne! Babama söyle de bu akşam biz de sinemaya gidelim”
Allahümme ya medut, bu akşam kocamın ağzını bağla, dilini tut, diye dualar okuyor anneler. Allah vere de götüre, çocuk kısmı yoktan anlar mı, olmaz deyince başlar zırlamaya. Erkek kısmının tepesi atarsa sonra, gör sen asıl sinemayı. Hiç yoktan tatsızlık… Allah vere de götüre.Babasından ümidini kesen çocuklar isyan bayraklarını açıyor, büyüdüklerinde babalarına inat her akşam sinemaya gidecekler. Ben de büyüyünce zart zurt etmeyen, eşitlikten yana bir koca bulacağım. Bu hafta sonu sinemaya gidelim deyince birimiz, öbürümüz peki diyecek. Mutfağa birlikte gireceğiz, ben bulaşıkları köpürteceğim o durulayacak, ben sofrayı kuracağım o toplayacak. Vakit geliyor. Kapılar açılıp örtülüyor bir bir. Yüzleri güleç kadınlar kocalarının diplerinde salına salına yürüyorlar. Yeni evliler kollarına giriyor kocalarının. Çocuklar hop hop, zıp zıp… Bir koca karı bahçe duvarından başka bir koca karıya sesleniyor.
“Nasıl gelin bu bilmem, allem etti kullem etti, sinema için gene razı etti kocasını.”
“Şimdiki gelinler yırtık bacım, yırtık! Yüzleri yok bunların. Biz kocamıza şunu et, şunu tut diyemezdik. Bunlar ellerinden gelse parmaklarında oynatacaklar erkek kısmını”
Fadik abla da mı allem kulem etmiş yoksa, kocasını yanına katmış yola düşmüş. Babam biletçiden biletleri alırken rastlıyoruz, “abla” diyor anneme “nerde oturacaksanız sizinle oturalım biz de”. Annem Fadik ablanın sinemaya geldiğini görünce çok seviniyor. “Anaaam! Ne iyi ettiniz de geldiniz, gelin gelin, biz her gelişimizde aha şuraya otururuz, siz de gelin” diyor. Her zamanki oturduğumuz sıranın ucuna orta yaşlı bir adamla, genç bir kadın oturmuş. Demek ki bizden önce gelip iki iskemleyi kapmışlar. Genç kadının yakası pek açık. Yanındaki adama “beyaz nohut alsana kocacığım” diyor, ardından kahkahayı basıp beline sımsıkı sarılıyor, “doğru ya, sizin burada leblebi diyorlar adına”. Adam “emrin olur güzelim, emret, dünyaları getireyim ayağına” diyor. Kadın yine kahkahayı basıyor. Fadik ablanın kocası adamla kadına şöyle bir bakıp yüzünü ekşiterek “biz arka sıraya oturalım” diyor. Arka sıraya geçiyorlar. Kocası Fadik ablanın kulağına eğilip “Buraya her türlü insan gelir işte böyle, aile getirilir mi böyle yerlere?” diyor, Fadik ablanın yüzü sallanıyor.Annem babama “Bula bula bunların yanını mı bulmuşuz?” diyor. “Burası umuma açık yer hanım, herkes gelir, istediği yere oturur, ne yapalım” diyor babam.Yan taraftaki kadın vara yoğa, her şeye kahkaha atıyor, adam kadına sokuldukça sokuluyor. Annem hafifçe kulağımı çekiyor.
“Önüne bak!” Fadik abla “Allah razı olsun Osman’ım sen getirmeseydin sinemayı neyin göremeyecektim ben” diyor kocasına. Kocası sesini çıkarmıyor. Derin bir nefes alıp nefesini fosurdayan bir sesle burnundan çıkarıyor.Derken gong sesi duyuluyor. Fadik abla çığlık atıp ayağa fırlıyor. “Amanın n’oldu?”
“Yok bir şey” diyor annem “film başlayacak da onu haber veriyorlar.”Fadik ablanın kocası homurdanmaya başlıyor.
“Ne bağırıyorsun? Otur yerine. Elalem bize bakıyor!…”
“Korktum birden bire Osman’ım” diyor Fadik abla. Çatık kaşlarını indirmeden zart zurt etmeye devam ediyor kocası.“Seni buraya getiren de kabahat!”İkinci bir gongla beraber ışıklar da sönüyor. “Amanın karanlıkta kaldık” diye yüksek sesle şaşkınlığını dile getiriyor Fadik abla.“Sinemayı ne zannediyordun, al işte sana sinema” diyor kocası.
Beyaz perdeye ilk kare düşüyor. Fadik ablanın içine de zifti kara bir delik… Bahçedeki sesler bıçak gibi kesiliyor. Az sonra seyirciler, gökyüzündeki yıldızlara daldıkça gözleri, perdedeki yıldızların yerine koyacaklar belki de kendilerini. Çekirdek kabukları, gazeteden külahların içinde dağ gibi birikiyor, dudaklar tuzdan büzüş büzüş. Saatin tik takları tıkır tıkır işliyor ve her güzel an gibi Belgin Doruk'lu dakikaların da sonu geliyor, sonunda ilk film bitiyor. Bu süre içinde Fadik ablanın gıkı çıkmıyor. Ara verildiğinde “hadi kalk gidiyoruz” diyor kocası, “kung fu filmini seyredip de ne yapacaksın!” “Olur” diyor Fadik abla. Gözlerine bakıyorum kırmızı kırmızı iki bilye istemeye istemeye bize bakıyor. Bahçe duvarının dibinden hızla yürüyüp kapıdan dışarıya koşar adımlarla çıkıyorlar.
“Vırvırıyla tat aldırmadı kadına” diyor annem.
“Allah’ın hödüğü” diyor babam, “evde ne edecekti, şuraya geldi beyaz perdede de olsa daha başka dünyalar olduğunu gördü, kötü mü oldu?”
“Biz bunca horantayla geliyoruz haftada bir, onlar iki baş. Sinemaya hayda hayda para bulurlar, hiç olmazsa iki ayda bir gelir insan. Bu da lazım, hep otur hep yat, öyle ömür mü geçermiş?” diyor annem.
“Boş ver hanım” diyor babam, “böyle gelmiş böyle gider bunlar, değişmez”.
İkinci film başlıyor az sonra. Erkek kardeşlerim heyecandan yerlerinde duramıyorlar. Babamın yüzüne bakıyorum, babamın yüzü dalgasız denizler kadar sakin. Kocaman bembeyaz bir gemi geçiyor yüzünden. Babamın gemisi bu. Babam dümende duruyor, annem güvertede sallanan koltuğunda sallanıyor. “Filmi seyret kızım” diyor babam, “her film yeni ufuklar açacaktır sana”Vurdulu kırdılı filmleri sevmesem de babamın açılmasında yarar gördüğü yeni ufuklar için seyre dalıyorum filmi. Usuma takılıyor, ya Fadik ablanınki gibi bir kocam olursa! Ya ben de sallanırken koltuğumda zebellah gibi dikiliverirse karşıma, derse ki; buraya kadardı güverte saltanatı, şimdi doğru kazana kömür atmaya! İki parmağımı kıvırıp oturduğum iskemlenin yan tarafına vuruyorum üç kez, sonra kulak mememi çekiştiriyorum.
“Şeytan kulağına kurşun. Şeytan kulağına kurşun. Şeytan kulağına kurşun…”
Ertesi sabah yine kapı önlerinde buluşuyor kadınlar. “Kız Fadik, sonunda sen de gidebildin sinemaya, hele şükür” diyor Sevim abla. Eşarbını aralayıp saçlarındaki ıslaklığı göstererek “Adamın huyuna gideydin bari yatakta, seni bir dahaki sefere gene götürüverir” diyor. Fadik abla başörtüsünün yanlarını aşağıya çekiştiriyor, sessiz kalıyor bir süre. Sonra “Nasipse gideriz” diyor.Sözü bitenler işlerinin başına koşuyorlar yeniden. Yağ cızırtıları, çocuk zırıltıları, su şıpırtıları, beşik tıkırtıları evlerden taşıp sokağın sesine karışıyor. Kadınlar bir dahaki sinema akşamının hayaliyle ateşi harlıyorlar kocalarının gemilerinde. Yorgun düştükçe bana mısın demiyor, yapışıyorlar küreklere. Denizin dibini, gökyüzünün ötesini görmek istemiyorlar. Onlar bıkıp usanmadan yüzdürürken gemileri kimi kocalar insafa geliyor, yetişiyor imdada. Sallanan koltuk alıyorlar karılarına, yorgunluklarını atsınlar diye. Yüz kez kürek sallıyorlarsa bir kez sallanabiliyor kadınlar. O bir sallanışı on kere anlatıyorlar birbirlerine, ballandıra ballandıra. Böyle böyle ömürleri tükeniyor.
Hayır, diyorum, ben onlar gibi olmayacağım. En azından benim de bir gemim olacak. Karşımdaki illa ki benim gemim diye tutturursa geçeceğim kendiminkine, gerekirse rotamı yeniden çizeceğim. Hemen bir tersaneye atıyorum kendimi, yıllar sürecek bir inşaya başlıyorum. Sonunda afili bir diploma çekiyorum direğime. Koluma altın bir bilezik takıyorum. Sonra aynı denizde yakın bir gemi arıyorum kendime, zaman zaman güvertesinde güneşlenebileceğim, zaman zaman onun benimkinde… Çok sürmüyor, birini buluyorum.
-Gemiler de kavun değil ki!...-
Fadik ablanın vaktiyle dediği gibi yastığı yastığım olsun istiyorum. Kuş tüyü yastıklar yapıyorum, üstlerinde satenden örtüler. Ama o yastıklara bakmıyor bile. Başka yastıklarda geziyor gözleri, bununla da kalmıyor kendi gemisinde kalmam için binbir çeşit şart koşuyor. Dümene yapışmış elleri, bir türlü bırakamıyor. Odaları dolaşıyorum tek tek, tavan arasına bakınıyorum, eski püskü de olsa sallanan bir koltuk arıyorum. Bir türlü bulamıyorum. Bulamayınca da öfkeden çılgına dönüyorum. “Benim de bir gemim var, unutma!” diye bağırıyorum her defasında. Ben böyle dedikçe, kül tablaları, vazolar, ortalıkta ne varsa pır pır uçuşuyor havada. Tuzla buz oluyor her şey yere düştüğü anda. Parmağı dahi kımıldamıyor, toplamak bana kalıyor. Cam kırıkları batıyor ellerime, ellerim şakır şakır kanıyor.

özgür edebiyat

Özgür Edebiyat'ın Eylül - Ekim 2009 17. sayısı çıktı.
René Char'ın bostanında sabah gezintileri, Özdemir İnce, 3
Sarı rüya defteri, Ahmet Büke, 8
'Sen yoksun ama yokluğun burada.', Nilgün Üstün, 17
Şiirler, küçük İskender, 20
Şiirler, Mehmet Hameş, 27
Hançerin yenilgisi, Altay Ömer Erdoğan, 29
Saklı istasyon, Senem Dere, 32
Şiirler, Bâki Ayhan T., 37
Şiirler, Abdullah Şevki, 39
Modası geçmiş bir hikâye kişisi, Aysun Sezer, 42
Şiirler, Ercan Özkan, 45
Gece, Petek Sinem Dulun, 49
Eylül uçurtması, Onur Caymaz, 53
Dans, neden tek kişiliktir, Ümran Ersin, 57
Requiem, Ayşe Nalan, 61
Şiirler, Didem Gülçin Erdem, 63
Tram-vay!, Onur Özgüner, 65
Şiirler, Utku Kaygusuz, 68
Serpintiler, Mazhar Candan, 71
Edebi metinde ikilem ya da özdeşlik olarak iç ve dış dünya, Oktay Taftalı, 78
Okunmamış bir kitabın evinde, Ahmet Erözenci, 82
Şiir yazmak, şair olmak, Hüseyin Atabaş, 86
21. Yüzyılın edebiyatı: Elektronik edebiyat, Abdullah Şevki, 90
Diyalojik Okuma: Gültekin Emre'den Küçük Deniz, Kardeş Fırtınalar veKardeş Alevler, Bâki Asiltürk-Fuat Çiftçi, 95
Vampir edebiyatı, Selim Yalçıner, 104
Furuğ: Şiirinin cinsiyeti ve cinselliği-2, Haşim Hüsrevşahi, 108
Şiir ve ikâme, Ozan Öztepe, 118
Kırlangıcın okuma uçuşu, XI, Özdemir İnce, 123
16 Haziran akşamının şiiri, Kemal Özer, 134
İktibas: Kendi anlatımıyla yaşam öyküsü, Kemal Özer, 136
Kalemin Ucu, Atilla Birkiye, 141

1.09.2009

2.ERGİN GÜNÇE ŞİİR ÖDÜLÜ SONUÇLARI AÇIKLANDI

Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneğinin düzenlediği 2.Ergin Günçe Şiir Ödülleri Sonuçları açıklandı. Birinciliği Sevda Zeynep Karadağ’ın “ Aynalı Düşler Çarşısı” adlı kitabı alırken yarışmada Özlem Tezcan Dertsiz’in “ Faili Mecnun adlı dosyası da Övgüye Değer bulundu.
Değerli şair ve jüri üyemiz Kemal Özer’in vefatı ile boşalan juri üyeliğine şair Aydan Yalçın’ın alınmasıyla yeniden oluşturulan yarışma jürisi Çiğdem Sezer,Ahmet Uysal,Mahzun Doğan, Dadal Günçe,Aydan Yalçın ve Fadıl Oktay’dan oluşuyordu.
Ödüller ,Eylül ayı içerisinde Ankara’da düzenlenecek Ergin Günçe Anma gecesi’nde kazanan şairlere verilecektir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneği Yönetim Kurulu