8.07.2008

Murathan Çarboğa ile Söyleşi

Onur Aslan
ÇEK BİR ŞİİR ŞAİR ABİ, SMS’LİK OLSUN
Unutuşun sloganlaştığı, tüketimin ve yozlaşmanın hüküm sürdüğü günümüzde ne durumdadır şairin ve şiirin konumu? Şairin yazgısı hangi mecrada akar? “Hayat Hiçbir Zaman Yetmeyecek Şiire” adlı dosyasıyla 2007 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’nü kazanan genç şair Murathan Çarboğa’ya yönelttik kafamızı meşgul eden soruları.1974 Dörtyol doğumlu bir şair Murathan Çarboğa. Hayatını Hatay ve Adana arasında bölüştüren bir edebiyat öğretmeni. Antakya Fevzi Çakmak Lisesi’nde görev yapıyor. Birçok ulusal dergide ürünleri yayınlanmış, ulusal anlamda birçok ödüle değer bulunmuş şimdiye kadar. Varlık, Milliyet Sanat, Dünya Kitap, E, Patika, Kavram Karmaşa, Taflan, Yom Sanat, Şiir Ülkesi, Agora gibi ulusal dergilerde imzası görünmüş daha önce. Şiir, Mektup ve Deneme dallarında ödüllere değer bulunmuş. Bu ödüllerden birkaçını sıralarsak daha açıklayıcı olur sanırım: 2003 Uğur Mumcu Şiir Ödülü, 2003 Lions Şiir Ödülü, 2003 Öğretmen Mektupları Yarışması’nda ikincilik ödülü, Deneme dalında düzenlenen 2004 Behzat Ay Yazın Ödülü, 2005 Cemal Süreya Şiir Ödülü. 2003 yılında Lions Şiir Ödülü sonucunda yayınlanmış “Güne Dönen Rüya” adlı bir şiir kitabı var Murathan Çarboğa’nın. Bakalım ne haldedir edebiyatın ahvali, 2007’nin son demlerini yaşadığımız şu günlerde.
Sayın Murathan Çarboğa, nedir şairin ve şiirin konumu? Aziz Nesin üstadın daha önce öngördüğü üzre “her üç kişiden beşi şair” olan bir toplum, şiire hak ettiği ilgiyi gösteriyor mu?
Üstadın eleştirel yaklaşımı hâlâ geçerliliğini koruyor. Şiire sahiplenme anlamında herkesin söyleyeceği üç beş cümle var. Yediden yetmiş yediye herkes şiir teorisyeni kesilebiliyor bir anda. Garip bir durumdur, edebiyatın diğer dallarına daha mesafeli insanlar. Sanırım şiirin tarihimizdeki geniş yelpazesi ve kültürün içinde hala soluk alıp veren kökleri bu tavrı kışkırtıyor. Duygu sömürüsüne açık bir alan şiir, insan efkârlanıp alt alta sıralayıveriyor cümleleri ve şiir yazdığını sanıyor. Şiirin aşkla paralel giden bir ruhu var ayrıca. Çağımızda aşkın bile layıkıyla yaşandığı şüpheliyken, sevdalanan herkesin şiirden medet umması ve en korkuncu şair kesilmeye çalışması tam anlamıyla trajikomik bir manzara. Şiire sahiplenmek her şeyden önce iyi bir okuyucu olmaktan geçiyor. Şairler için de geçerli bir durum bu.
Şiiri kolaylıkla sahiplenen ve “her üç kişiden beşi” şair olan bir toplumun okuyucu potansiyeli ne durumdadır peki?
Korkunç. Yetmiş milyonluk bir ülkenin şiire ilgisi sıfır noktasında. Artık yayınevleri şiir kitabı yayınlamıyor. Yayınlananlar ise raflarda kalıyor yıllarca. Şiir birikim ister, her okuyanın zihninde yeniden yorumlanmak ister. Yani tüketimden ziyade üretimdir. Bu nedenle her toplumda azınlıktadır şiir okuyucusu, ama bu oranda değil. Ardımızda yüzlerce yıllık devasa bir şiir geleneği var ve tüm bu birikim silinmek üzere. Artık dosyalarımızı yayınlatamıyoruz. Olaya ticari zihniyetle bakan yayınevleri şiiri gözden çıkarmış durumda.
Peki nedir bu korkunç ilgisizliğin nedeni?
Geçerliliğini yitirmiş durumda tüm değerler. Unutuşu, hızı ve tüketimi kutsayan bir sisteme eklemlenmiş durumda insanlık. Medyanın tetiklediği “Gör ve unut!” sloganlı sığ bir felsefe, tüketim çılgınlığı, “Gemisini kurtaran kaptan” zihniyetiyle çırpınan, çıldıran, sürekli koşturup, bencil mutluluklar adına her şeyi mubah gören bir yaşam felsefesi… Artık bu hayatın içinde inceliklere ve üretime yer yok. Bilgisayarın ve internetin sanal dünyasına kapanan, yüz yüze ilişkilerin sıcaklığını unutan, içi boş, sanal bir dille iletişim kuran gençlere nasıl benimsetebilirsiniz şiiri? İçinde derin anlam katmanları bulunan ve büyük sözler yaratan bir oluşum şiir. Döviz bürolarının önünde rakamlara tapınan, borsa değerlerinin iniş çıkışıyla insanlığı anlam bulan bireye şiiri sevdirmek kolay mı? Maddi karşılığı olmayan hiçbir harcamanın değeri yok insanların gözünde. Neden para verip şiir kitabı alsın ki? Birey kendi gerçekleriyle yüzleşmek istemiyor artık. Şiir, çarpıklığı, yozlaşmayı ve haksızlığı vuruyor insanın yüzüne. Güzelliği, vicdanı ve inceliği hatırlatıyor insana. Günümüz bireyinin kaybettiği ve yüzleşmek istemediği değerler bunlar.
Karamsar bir manzara… Bu manzaranın içinde ne yapar şair? Ne gözle bakılır şair denen aykırı bireye?
Boş işlerle uğraşan, garip, dine imana döndürülmesi gereken bir birey konumundadır şair. Yakınınızdaki insanlara bile anlatamazsınız derdinizi. Zihniyet inceliği ve büyük idealleri anlayamaz çünkü. Maddi bir karşılığı yoktur bu işin, dolayısıyla ilgi yoktur. Hayatın ardında kalan bir işle uğraşmanızı anlayamaz insanlar ve unutulup gidersiniz. Anımsandığınız anlar da tam anlamıyla trajikomik durumlardır. Cep telefonu mesajları için birkaç süslü cümle isterler sizden. Şairsiniz ya, kamu hizmeti yapmanız gerekir. Konu komşu çocuklarının ödevi nedeniyle kompozisyon yazmanızı ister. Çalıştığınız kurumun büyük başları için konuşma metni yazmanızı talep ederler. Eczaneye gidersiniz, bakkala uğrarsınız, sevgililere verilmek üzere akrostiş isterler. “Güleriz ağlanacak halimize” mantığıyla bir meczup gibi dolaşırsınız ortalıkta. Eğer, “show” yönünüz yoksa, kendinizi şiir yeteneğinizden yola çıkarak başka alanlara pazarlayamıyorsanız silinip gidersiniz ortalıktan. Günümüz şairi, cep mesajları için birkaç süslü cümle istenen aykırı bir birey konumunda.
“Ne yapmalı?” diye sorası geliyor insanın. Şiirin bu kadar hayatın gerisine düşmemesi için ne yapmalı? Kimlere görev düşüyor bu noktada? Şaire mi, yayınevlerine mi, devlete mi, eğitime mi? Kimlere?
Bir şair, bir eğitimci olarak kendi yörüngemde sürdürüyorum mücadelemi. Gençlere şiiri sevdirmek adına didinip duruyorum, ama karşımızda çok güçlü bir rakip var. Görsel medyanın ve internetin büyülü dünyası siliveriyor tüm çabalarımızı. Popüler kültürün saltanatı o kadar güçlü ki, dört bir yandan saldırıyor bireye. Her şeyden önce, Kültür Bakanlığı’nın sahip çıkması lazım şaire. Kitap yayınlatma anlamında desteklemesi gerek. Öte yandan ülkedeki yayınevleri popüler kültürün tasmasıyla hareket eden ticari kurumlara dönüşmüş durumda. Her gün adını sanını bilmediğimiz insanların kitapları yayınlanıyor. İki cümleyi bir araya getiremeyen insanlar bunlar. Yayıncılığın da bir etiği olmalı diye düşünüyorum. Bilirsin, yalnızca şiirden ibaret değil benim edebi dünyam. Düzyazı çalışmalarım da bulunuyor, fakat popüler kültüre teslim olan anlayış anlamadığımız kriterler sunuyor dosyalarımızın önüne.
Peki nedir bu kriterler? Editörler yalnızca popüler kültürün sırça gözlüğüyle mi bakıyor edebi esere?
Piyasanın eğilimini göz önünde bulunduruyorlar sanırım. Hangi türde, hangi konuda kitap daha çoksatar, kim daha medyatik, kim daha popüler… Yayınevlerinin künyesinde yazan o editör özgeçmişleri beni ilgilendirmiyor. Şuradan mezun olmuş, şurada master yapmış, şunu çevirmiş falan… Yahu kardeşim, sen ne kadar anlıyorsun edebiyattan? Sen önüne gelen dosyaya ticari gözlükle mi bakıyorsun, yoksa edebi bakış açısıyla mı? Sen, kafasındaki yüz elli kelimeyle hayatını sürdüren bir mankenin ya da herhangi bir medya kuklasının peydahladığı dosyayı yayınlıyorsan eğer, tüccardan başka bir şey değilsin. Amerikan popüler kültürünün beşinci sınıf kitaplarını bir başyapıt gibi gösterip, kişisel gelişim kitapları denilen safsataları okurun önüne allayıp pullayarak sunuyorsan, edebiyatla bir alakan yok demektir. Okuyucunun eğilimleri de çok önemli. Kişisel gelişim serilerine çok ilgi gösteriyor okuyucu. Hani hayatın sırrını içinde barındırdıklarını sandığımız kitaplar. Başarıyı, mutluluğu, para kazanmanın yollarını, dini-imanı, bilgeliği fısıldayan(!?) metinler. Bu tür kitapları alan insanları anlayamam bir türlü. Böyle bir psikoloji, hep başkalarından mucize bekleme alışkanlığının bir uzantısı olsa gerek.
Çok doğru. Çoksatar listelerinde hep bu türden kitaplar var.
Belli bir satış rakamını garanti etsinler bu tür kitaplardan her iki ayda bir teslim edeyim isteyene. Saçmalamak güç bir iş olmasa gerek. Sırtımızda Tanpınar’ın, Oğuz Atay’ın, Yaşar Kemal’in ağırlığını duyumsayarak, Türk Edebiyatı’nın geleceği adına seviyeli ürünler ortaya koymak için uğraşıyoruz, fakat kimin umurunda. Uzakdoğu felsefelerinin içi boşalmış mantığından el almamız gerekiyormuş, bilemedik. Bir de kapağında “Aşk” sözcüğü geçen kitaplar kapışılıyor nedense. Tükenişin ve aşkı kaybetmenin günah çıkarma yollarından biri sanırım bu ilgi. Bu hassasiyeti, yeteneksiz, ama uyanık insanlar çok güzel bir şekilde kullanıyor. Sanırım az gelişmiş toplumların kaderi bu: Yeteneksizlerin saltanatı sürüyor her alanda. Sistem, nitelikli insanları hep geri plana itiyor.
Düzyazı bu durumdaysa eğer, yeniden “şiirin vay haline!” demek geliyor içimden. Bu umutsuz ve karamsar tabloya rağmen yine de mücadeleyi sürdürmek gerekiyor galiba.
Şiir bir yaşam felsefesinden başka bir şey değil. Hayatla uzlaşmak, varlığımı anlamlandırmak ve huzura kavuşmak adına yarattığım bir dil şiir. Bir amaç uğruna, belli bir karşılık bekleyerek şiir yazılmaz. Her şeye rağmen şiirle yaşamaya devam edeceğim yine ve çevremi bu yolda aydınlatmaya çalışacağım. Nihayetinde zaman ayıklayacak iyiyi ve kötüyü. Yeteneği, inancı ve şiir aşkını sonsuza kadar görmezden gelemezsiniz. Yeteneğim, özgeçmişim (bu yaşa kadar elde ettiğim başarılar takdirinize sunulur) ve şiirim, görmezden gelinemeyecek kadar iyi düzeyde çünkü.
Sevgili Murathan Çarboğa, umarım, yeniden şiirle buluşur kararan kalplerimiz ve şair, hak ettiği konuma kavuşur en kısa zamanda. Zaman ayırdığınız ve düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.
İlginiz için ben teşekkür ederim.
Evrensel Gazetesi 29.11.2007

Hiç yorum yok: