Musa Artar: Sevgili Onur, Defnenin İzini Sürenler olarak kültürümüze gönül veren ışıkları tanıtmayı ilke edindik. Okurlarımız için bize kendinizi tanıtır mısınız? Edebiyatla tanışmanız nasıl ve ne zaman oldu? İlk etki kaynaklarınız nelerdi?
Onur Aslan: Merhaba, Doğunun Kraliçesi Antakya’da yaşıyorum. Özgeçmiş’imde ayrıntılı olarak kendimden bahsettim; ama bu soru üzerine sanırım birkaç şey daha eklemem gerekmektedir. Edebiyatla tanışmam Ağabeyim İ.Deniz Aslan sayesinde olmuştur. İ.Deniz şiir yazardı ve sürekli eve, yeni kitaplarla gelirdi. Her daim okurdu, sonra hoşuna giden şairlerin dizelerini benimle paylaşırdı. Ben o dönemler tiyatro ile uğraşıyordum, yani yabancısı sayılmazdım edebiyatın. Deniz’in okuduğu dizeler beni de büyülerdi. Yeni aldığı bir kitabı o bitirir bitirmez ben ele geçirirdim. Onun kitaplığından çok yararlanmışımdır. Bir şeyler yazıyordum o dönemlerde, bir ajanda dolusu yazı ve şiirciklerim mevcuttur! Kimselerin bilmediği. Ağabeyime zaman zaman yazdıklarımdan bahsediyordum, sonra bir gün iki sayfalık bir düzyazımı Ağabeyime okusun diye verdim. “Acaba bu yayımlanacak düzeyde mi?” diye eleştirisini almak istedim. Sağ olsun yazıyı okudu. Yazı yaklaşık bir ay kendisinde kaldı. Ben merak içinde kendisinden bir eleştiri beklerken en sonunda dayanamadım; “Ağabey; benim yazı ne oldu?” diye sormaktan kendimi alıkoyamadım. “İlgileniyorum, yazını bir arkadaşıma emanet ettim. Kendisi düzyazıda ve öykü’de iyidir, onun düşüncelerini almak, seni bu aşamada yönlendirmek hususunda daha sağlıklı olabilir diye düşündüm.”dedi. Bir süre sonra, o güzelim iki sayfalık yazıyı ağabeyimin arkadaşı bir sayfa haline getirmişti. Tüm gereksiz bulduğu yerleri çizmiş, fazlalık olarak gördüğü yerleri çıkarmış, yazım ve imla kurallarına göre düzenlemiş ve anlatım bozukluğu olan yerleri kırmızı kalem ile işaretlemişti. Bana her yaptığı düzenlemeyi harfi harfine açıkladı. “Gitti güzelim yazı” dedim kendi kendime. Bir sayfaya düşürmüş yazıyı, o dönemler ne kadar uzun yazarsam o kadar daha iyi olacağını düşünüyordum da.. “Bu yazı bu şekilde yayımlanabilir mi?” dedim ağabeyime. Tebessüm etti sadece. Sonra benim bir sayfalık yazıyı alıp eve geldik. Yazı yaklaşık bir ay kadar daha ağabeyimde kaldı. Sonra bir gün ağabeyim: “senin yazı tamam, artık yayımlanabilir,” diyerek uzattı bana kâğıdı. O an yaşadığım şaşkınlığı hatırladıkça gülerim halime.. Ağabeyim, yazıya bir şair gözüyle bakmış olmalı ki, benim güzelim bir sayfalık yazı; olmuş beş satır. Her okuyan kırpar mı biraz biraz arkadaş! (tabi benim talebim dışında değildi bu yapıcı eleştirileri, çünkü iyi bir ders olmuştu bana sundukları öneriler. Sonrasında yazılarımda hep daha tasarruflu davrandım.) Yazım; beş altı satırlık haliyle “Çınar” dergisinde yayımlanmıştı. İsterseniz söyleşiden sonra ilk yayımlanan yazımı sizinle paylaşırım..
O yıllarda ağabeyim ve arkadaşları bu kentte “Amik” adında bir kültür sanat edebiyat dergisi çıkarıyorlardı. Amik okul olmuştur bana desem abartmış sayılmam.
Canan Başkaya: Yazar; kişiliği, edebî kimliği ve eserleri ile bir kimliktir. O kimliği yaşadığı çevre biçimlendirir. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Onur Aslan: Katılıyorum. İnsan yaşadığı yerin aynasıdır. Örf ve adetlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz hep hayatımızı şekillendirmektedir. Bunu aile yapımıza indirgeyebiliriz. Daha çocukken biçimlenen kimliğimiz aldığımız eğitim, yaşam şartları: ekonomik, sosyal durumlar hep insanın karakter oluşumunun evresi içinde sayılmakta.. Ben bildiğim, gördüğüm, kurguladığım, okuduğum ve hayal edebildiğim ölçüde zenginim mesela.. çünkü; bir yazar bunların sonucunda üretebilir ancak..
M. Artar: Dil ile söz ayrımı için ne dersiniz? Ayrıca, günlük dil ile şiir dili arasında fark olmalı mıdır?
Onur Aslan: Dil, özünde bir toplumun var oluşunun resmidir. Dil içinde müziği, şiiri, görsel ve çizim sanatını vs. barındırır. Sanatın tüm dalları tek başlarına ayrı ayrı anılsalar da aslında hepsi iç içedir. Şöyle ki; müziğin içinde şiir vardır, şiirin içinde resim, resmin içinde öykü vs.. Çünkü dil tüm bunları ifade biçimidir. Daha çok Filologlar hep yazı dili ile uğraşırlar. Sözlü dil ile uğraşmazlar. Bu yüzden: Söz; tamamen kişiseldir diyebiliriz. Bizler günlük hayatta kullanılan sözcüklerle yazarız; ama bunu kendimize göre şekillendirir (imge yükler) ve okura öyle sunarız ki, bu da bizim kendimize ait oluşturduğumuz dil haline gelir. Her şairin kendine özgü ayrı bir dili vardır. Hemen hemen hiçbir şair konuştuğu gibi yazmaz, sözcükleri alır, onları öylesine mükemmel bir şekilde diğer sözcüklerle halaya tutuşturur ki; bu görsel şölen okurun bilinçaltında şekillendiği an, okur imgeyle tanışmış demektir.
C. Başkaya: Yapıtlarınızdaki dil anlayışınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Günümüz edebiyatında kullanılan Türkçe hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Onur Aslan: Yazılarımda illaki öz Türkçe kullanacağım diye kendimi kasmam. Eğer ki, Türkçesi aynı ses ve ritmi yaratırsa ya da şiirimdeki dizeye daha uygun düşüyorsa muhakkak Türkçesini kullanırım. Düzyazılarımda ve öykülerimde genellikle Türkçe sözcük seçiminde çok hassas davranırım. Özellikle ayıklamaya çalışırım yabancı sözcükleri yazımdan; ama aynı şeyi şiirlerim için söyleyemeyeceğim; çünkü şiir buna müsaade etmez, yani benim şiir dilim buna müsaade etmez desem sanırım daha uygun düşer.
Günümüz edebiyatında kullanılan Türkçeye gelince, usta yazarlarımız her zaman dilimize zenginlik katmaya devam etmektedirler. Zaten olması gereken de bu: her yazarın boynunun borcudur kendini ifade ettiği dile yeni sözcükler kazandırmak..
M. Artar: Türkiye’de edebiyatın geldiği noktayı ve çan, ezan, hazzan dostluğunun kök saldığı Antakya’da edebiyatın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Aslan: Ülkemizde yeni, farklı tarzlarda oluşturulan edebi eserler mevcut. Bu bir gelişme olarak sayılmalıdır bence. Mesela yazılan şiir örnekleri çok farklılık göstermeye başlamıştır. Modern şiir, deneysel şiir yayımlanmaya başlanmıştır edebiyat dergilerinde. Rakamlarla yazılan, adına şiir denilen örnekler de var. Sürekli yenilenen ve nitelikli ürünlerle karşı karşıyayız, dil olarak da kendine “ben varım” dedirten öykü ve roman kitapları da hayli yol aldığımızın ispatı.
Antakya’daki edebiyatın geldiği nokta için de aynı durum söz konusu.
C. Başkaya: Bu arada yeni eseriniz de hayırlı olsun, tebrik ederiz. Bu eserinizden lütfen söz edelim mi?
Onur Aslan: Teşekkür ederim. Daha bugün çıktı. Bildiğiniz üzere bu kitap benim ikinci göz ağrım. İlki öykü kitabıydı. Şimdikinin adı, “Başucumdaki Karanlık” toplam 72 sayfadan ve 3 bölümden oluşmaktadır. Her bölümde on bir şiir, toplam 33(otuz üç) şiir var kitapta. Bu şiirler uzun süredir nadasa bırakılmıştı. Yani aceleye gelmiş bir dosya değildir “Başucumdaki Karanlık” Beğenileceğini ve ses getireceğini umuyorum.
Kitaba almadığım daha birçok şiirim var. Şiir kitabı yayımlatmak diğer türlere nazaran biraz daha çetrefilli günümüzde… Neyse o konulara girmeyeyim şimdi. Şiirlerim ve kitabım üzerine ben konuşmayayım, okur kendi eleştirisini yapsın istiyorum.
M. Artar: Yazıya gönül vermek isteyenler için “olmazsa olmazlar” nelerdir?
Onur Aslan: Belki klasik olacak ama: okumak, okumak, okumak..
Kendilerinden önceki çoğu yazarı bilmek, tanımak zorundalar. Sonrasında zaten yeni bir şey demek istiyorlarsa yazıya bulaşırlar..
C. Başkaya: Edebiyat dünyası dergilerle hayat buluyor. Kalem mektebi bir anlamda sanat adamı ve okuyucu birlikte yeşeriyor diye düşünüyorum. Yerelde ve ulusalda dergilerin işlevi konusunda neler düşünüyorsunuz?
Onur Aslan: Dergiler okur ile yazar arasında her zaman bir köprü görevi görmüştür. İlişkileri taze tutan bir gereklilik.. Genç yazar ve şairler için aynı zamanda bir okuldur dergiler. Yerel ve ulusal dergiler her daim çıkmalı. Özellikle genç yazarları ve yazar adaylarını tetikleyen, onların kendilerini geliştirmelerine olanak sağlayan bir yapısı vardır dergilerin. Ben yıllarca dergicilikle uğraştım. Antakya’da bu işin hamallığını yaptım. Hamallık diyorum, çünkü ilgilenenler daha iyi bilir. Hiçbir getirisi yoktur. Hatta cebinizden her sayı için para koyarsınız sırf dergi yaşasın diye. Neyse;
Dergiler edebiyata yeni isimler kazandırır. Dergiler; okurun edebiyata ilgilisini sürekli canlı tutar.
Kısaca; dergilerin dertleri: “Edebiyat” olmalı..
Canan Başkaya Q M. Artar: Sayın Aslan, güzel sohbetiniz için sağ olun, var olun. Unutmadan, ilk yayımlanan yazınızı da paylaşabilir misiniz?
Onur Aslan: Teşekkür ederim. Sizler de sağ olun. Paylaşayım tabi:
Yarınlara Işımak
Yarınlar bitmez ki: her yarın bir umut doğurur, her umut bir yarın. Yaşamı bütün yarınların oluşturduğu gibi, sevgileri de, üzüntüleri de başka başka yarınlar oluşturur. Ne kadar eziyet çeksek de, ne kadar üzülsek de...
Yaşamın nesneliğini; zorluk dayatsa da, aşılması imkânsızlaşan sorunlar dayatsa da, çaresizliği hiçe saymalı insan, karamsarlığı yokumsamalı. Coşkun ezgilerle, türkü söylercesine, pırıl pırıl yarınlar düşlemek... ve tutup da indirmek güneşi, her yeni günün sabahlarından ışımak, ışımak, ışımak.
Onur Aslan
29/11/2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder