29.05.2007

Adil Okay

1957’de Antakya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ilde, yüksek öğrenimini Adana’da yaptı. politik nedenlerden Adana ve Ankara cezaevlerinde yattı. 1981’de yurt dışına çıktı. İki yıl kadar Lübnan’da yaşadı.
1983’de Fransa’ya yerleşti. On beş yıl sonra Türkiye’ye dönebildi. Bu süre içinde ‘Mültecinin Bunalımı’ adlı öykü ve ‘Yeşillerini Giyin de Gel’ başlıklı şiir kitabı yayınlandı. Ağır Ol Bay Düz Yazı, Amik, Andız, Alleben, Avrupa’da Emek, Berfin Bahar, Damar, Güney, Dikili Ekin, Eski, Şair Çıkmazı, Çalı, Çağla, Yazın, Fransa Postası, Güney Rüzgarı, Hatay’da Önder, Lül, Şiirin, Güzel Yazılar, İmgelem Çocukları, Oluşum-Genese, San Kulüp, Mavi Yaren, Nikbinlik, Türk Dili Dergisi, Tükenmez adlı dergi ve Birgün, Fıratta Yaşam, Kurtuluş, Yeni Adana, Hatay, İroni, İmece adlı gazetelerde şiir, öykü, deneme ve makaleleri yayınlandı.
Çeşitli antolojilerde ve Özgür Üniversite’nin ‘Kavram Sözlüğü’ çalışmasında yer aldı.1999 Yılında ‘Hançerini Ay Işığına Çalan Adam’ (şiir), 2001 yılında ‘KaçKişi Kaldık’ (şiir), 2003 yılında ‘Ah Çocuk’ (şiir), 2005 yılında 'Yolcu' (öykü), 2006 yılında 'Yirmi Beşinci Saat’ (şiir), yine 2006 yılında ‘Az Çalışmalı, Aşka Zaman Ayırmalı ’ adlı deneme kitabı Ütopya yayınevi tarafından yayınlandı.














Adil Okay


‘Nasıl yazmalı’ sorusunu şu veya bu biçimde yönelten genç arkadaşlarıma yanıt.

Yedi sekiz yıl kadar önceydi sanırım. Londra’ya, Vedat Türkali’nin 80. doğum günü ve “Güven” romanının galası için davetli olarak gitmiştim. Vedat Türkali 80 yaşına ve yılların sürgün hayatına rağmen dimdik ayaktaydı. Söyleşi sırasında birkaç soru sordum. Bunlardan biri, yazdıklarını yayınlamadan önce başkaları okuyor muydu? Tabi, demişti Vedat Türkali, en az on kişi okur. Edebiyatçı, ev kadını, işçi, bilim adamı v.b., on kişi. Hepsinin eleştirisini dikkate alır, gerekirse yazdıklarımı değiştirir, yeniden yazarım. Bırakın romanı, bir makaleyi bile yayınlamadan önce en az bir yakınıma okuturum.

O hem öğretmen, hem öğrenciydi. Hala da öyle.

İlk denemem 15 yaşımda Hatay Kurtuluş Gazetesi’nde yayınlandı. İlkokul ve ortaokul öğrencisi iken yazdığım şiirleri saymıyorum. Otuz yıldır, kesintiler olsa da, yazma serüvenim devam etti. Keşke babam şair Süleyman Okay’ın önerisini ciddiye alıp ilk kitabımı aceleye getirmeseydim, diye hala hayıflanırım. İkinci kitabımı yayınladıktan sonra Vedat Türkali’yle tanıştım ve babamın haklılığını bir kez daha anladım. Yani çalakalem, özensiz yazılan metinleri yayınlamak, öncelikle okuyucuya saygısızlıktı.

Sürgün ve Aydın
Sürgün hayatı insanı tüketebilir ya da bileyebilir. Farklı ülkeleri, toplumları tanımak bir zenginliktir. Vedat Türkali’den önce de sürgünde yaşayan ama ülkesinden kopmayan aydınlar vardı, şimdi de var. Victor Hugo’dan Edwaird Said’e kadar, ülkelerinin en ücra köylerinin en küçük sorunlarından bile haberdar olan, müdahil, muhalif olan, yazan-çizen-konuşan aydınlar.

Jean paul Sartre’ın tanımıyla “Aydın, üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokandır”. Yani ülkemizdeki magandalardan kaldırımlar sorununa, yerel yönetimlerden parlamentoya, Türk Dili’ndeki kirlenmeden Kürt sorununa, kadın sorunlarından çocuk haklarına ve tabi ki demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, iktidar konularında kafa yoran insandır, aydın. Kafasını kuma sokan, böyle gelmiş böyle gider diyen, işi allaha bırakan, ya da devrim olmazsa sorunlar çözülmez deyip hiçbir eylemde-etkinlikte bulunmayan insanlar, bırakın aydın olmayı muhalif dahi sayılmazlar.

Öğrencilik ve Öğretmenlik
Otuz yıldır öğrencilik ve öğretmenlik yapmaktayım. Bundan sonra da sağlığım elverdiği sürece yapacağım. Birikimleri olan, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş, 12 Eylül darbesinin yılgınlaştırdığı, apolitikleştirdiği ama hala bir ışık gördüğüm insanlara, sürgünden döndüğüm son 7-8 yıl boyunca nefes vermeye çalışıyorum. Örneğin, evlerinde kitap bulunmayan bazı arkadaşlarıma kitap götürüyor, sanat-edebiyatla ilgilendiğini fark ettiğim arkadaşlarıma dergiler veriyor, gerek kendi yazdığım, gerekse gazete ve dergilerden seçtiğim yazıları çoğaltıp üşenmeden onlara ulaştırıyorum.

Emek verdiğim insanlardaki gelişme benim için en büyük ödüldür.

Sonsöz
Yeni yazmaya başlayan arkadaşlarıma Vedat Türkali’nin öğüdünü hatırlatacağım: Şiir okumadan şiir, öykü okumadan öykü yazılmaz. Duyguların dışa vurumu ya da anıların kâğıda dökümü şiir veya öykü değildir. Bu konuda (yazmak için) okumak okumak okumak gereklidir. Yazmalı ama yayınlatmak için acele etmemelisiniz. Unutmayın, söz uçar yazı kalır. Yazdıklarınızı mutlaka yayınlatmak istiyorsanız yayınlatmadan önce okutmalısınız. Çok insanla paylaşmak istemiyorsanız, hiç değilse en yakınınızdaki arkadaşınızla paylaşın, görüşlerini, eleştirilerini alın. Ben öyle yapıyorum.

Vedat Türkali’nin öğüdünü unutmuyorum.


Adil Okay

GÜNEŞ VE KADIN

güneşe bakınca bensiz
gözlerimi görürsün önce
yüreğin ısınır
ve ıslanmaya başlar
en güzel köşesi bedeninin
çıkarınca eteğini
ah bacakların
dor nizamı sütun
düşlerimin evinde

güneşe bakınca bensiz
omuzlarına dökülür gölgesi yüzümün
bluzunu sıyırınca hafiften
göğüslerin ah
okşanmak ister gibi
baş kaldırır

güneşe bakınca bensiz
binersin mavi kanatlı dolap beygirine
iner çıkar
çıkar iner
döner ha döner
beygir dolap
kalça bacak
çelik bıçak
elim sende
küçük dilin sobe

beyaz köpükler arasında
yanar pembe orkide

kumlara uzanınca bensiz
hain kadın
aldatırsın beni güneşle

Hiç yorum yok: