28.06.2007
23.06.2007
Denizsuyukasesi
HAZİRAN 2007 Yıl 4 Sayı 26
Bu sayıda:
Bağımsızlığını söyleyecek güçe sahip olmak /yazı/ Uluer Aydoğdu
Sisli Günler / günlük / M. Mahzun Doğan
Şiir Gözetleme Kulesi / Geçen ayın en iyi şiiri (Fazıl Hüsnü Dağlarca) / Hülya Deniz Ünal
Bükülen Gecede/Şiir / Özkan Satılmış
Bir Şiirin Ölüm Yüzü (Özkan Satılmış) / İnceleme / İlker İşgören
YAKALA AY IŞIĞINI / Şiir/ Sevil Avşar
Kadın ve Şarap/ şiir / Bülent Güldal
BATIK GEMİYE DALMAK / Yazı / Asuman Susam
ON YEDİ VALSİ /şiir / A.Uğur Olgar
Makyaj / şiir / Cihan Küçük
RENK, ÇİÇEK, SULU BOYA / şiir / Zeynel Çok
Aman / şiir / Ferhat Gülsün
Karınca Duası /şiir/ Müesser
Yeniay
Şomağız / şiir / Ahmet Günbaş
ESKİ/YENİ / şiir / DUYGU KANKAYTSIN
DEPREM VE DEVLET / şiir / M. Mahzun Doğan
“OĞUZ TANSEL, TÜRK DÜNYASINI AÇTI BANA” /yazı/ M. Mahzun Doğan
Havuz / şiir/ Oğuz Tansel
Bu sayıda:
Bağımsızlığını söyleyecek güçe sahip olmak /yazı/ Uluer Aydoğdu
Sisli Günler / günlük / M. Mahzun Doğan
Şiir Gözetleme Kulesi / Geçen ayın en iyi şiiri (Fazıl Hüsnü Dağlarca) / Hülya Deniz Ünal
Bükülen Gecede/Şiir / Özkan Satılmış
Bir Şiirin Ölüm Yüzü (Özkan Satılmış) / İnceleme / İlker İşgören
YAKALA AY IŞIĞINI / Şiir/ Sevil Avşar
Kadın ve Şarap/ şiir / Bülent Güldal
BATIK GEMİYE DALMAK / Yazı / Asuman Susam
ON YEDİ VALSİ /şiir / A.Uğur Olgar
Makyaj / şiir / Cihan Küçük
RENK, ÇİÇEK, SULU BOYA / şiir / Zeynel Çok
Aman / şiir / Ferhat Gülsün
Karınca Duası /şiir/ Müesser
Yeniay
Şomağız / şiir / Ahmet Günbaş
ESKİ/YENİ / şiir / DUYGU KANKAYTSIN
DEPREM VE DEVLET / şiir / M. Mahzun Doğan
“OĞUZ TANSEL, TÜRK DÜNYASINI AÇTI BANA” /yazı/ M. Mahzun Doğan
Havuz / şiir/ Oğuz Tansel
16.06.2007
2006-2007 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
ÜNİVERSİTELER ARASI
ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLARI
Dereceye Girenler:
1. “Kapı” Birgül Oğuz-İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı
2. “Dursun” Hatice Kocabay- Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü
3. “Sanrı” İpek Yeğinsü- Koç Üniversitesi Anadolu Uygarlıkları ve Kültür Mirası Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Mansiyonlar:
Birinci Mansiyon: "Gerçek Halkalar"- Asuman Güzelce-Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Programı
İkinci Mansiyon " Karaağaç Köyü"- Can Toraman-Başkent Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü
Dikkate Değer Öyküler:
"Dalgacı" Burcu Şentürk- Boğaziçi Üniversitesi
"Duygu ve Diğerleri" Feyza Yücel- Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
"Gökten Kır Saçlı Melekler İniyor Yeryüzüne” Ebru Aslan-Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretimi Bölümü
"Hafifletilmiş Sebepler" Ahmet Emrah Ulugün- Zonguldak Karaelmas Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü
"Vehim" Hanife Bilgili-Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü
Kazananların ödülleri 26 Haziran 2007 Salı günü saat 14:00’te Başkent Üniversitesi İhsan Doğramacı Konferans Salonu’nda düzenlenecek bir törenle verilecektir. Katılamayanların ödülleri posta yoluyla sahiplerine iletilecektir.
SEÇİCİ KURUL :
İnci ARAL (Yazar)
Nazlı ERAY (Yazar)
Cemil KAVUKÇU (Yazar)
Doğan HIZLAN (Eleştirmen)
Doç. Dr. Yakup ÇELİK (Başkent Üniversitesi)
Doç. Dr. Ayşenur İSLAM (Başkent Üniversitesi)
Dr. Tülay KUZU (Başkent Üniversitesi)
Dr. Nermin YAZICI (Başkent Üniversitesi)
ÖDÜLLER:
Birinci :1.500 YTL
İkinci :1.000 YTL
Üçüncü : 750 YTL
Birinci Mansiyon : 500 YTL
İkinci Mansiyon : 500 YTL
İletişim: 0(312)-234 10 10 / 1807-1398
e-mail: neyazici@baskent.edu.tr
Adres: Başkent Üniversitesi
Eskişehir Yolu 20.km. Bağlıca Yerleşkesi-Ankara
ÜNİVERSİTELER ARASI
ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLARI
Dereceye Girenler:
1. “Kapı” Birgül Oğuz-İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı
2. “Dursun” Hatice Kocabay- Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü
3. “Sanrı” İpek Yeğinsü- Koç Üniversitesi Anadolu Uygarlıkları ve Kültür Mirası Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Mansiyonlar:
Birinci Mansiyon: "Gerçek Halkalar"- Asuman Güzelce-Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Programı
İkinci Mansiyon " Karaağaç Köyü"- Can Toraman-Başkent Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü
Dikkate Değer Öyküler:
"Dalgacı" Burcu Şentürk- Boğaziçi Üniversitesi
"Duygu ve Diğerleri" Feyza Yücel- Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
"Gökten Kır Saçlı Melekler İniyor Yeryüzüne” Ebru Aslan-Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretimi Bölümü
"Hafifletilmiş Sebepler" Ahmet Emrah Ulugün- Zonguldak Karaelmas Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü
"Vehim" Hanife Bilgili-Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü
Kazananların ödülleri 26 Haziran 2007 Salı günü saat 14:00’te Başkent Üniversitesi İhsan Doğramacı Konferans Salonu’nda düzenlenecek bir törenle verilecektir. Katılamayanların ödülleri posta yoluyla sahiplerine iletilecektir.
SEÇİCİ KURUL :
İnci ARAL (Yazar)
Nazlı ERAY (Yazar)
Cemil KAVUKÇU (Yazar)
Doğan HIZLAN (Eleştirmen)
Doç. Dr. Yakup ÇELİK (Başkent Üniversitesi)
Doç. Dr. Ayşenur İSLAM (Başkent Üniversitesi)
Dr. Tülay KUZU (Başkent Üniversitesi)
Dr. Nermin YAZICI (Başkent Üniversitesi)
ÖDÜLLER:
Birinci :1.500 YTL
İkinci :1.000 YTL
Üçüncü : 750 YTL
Birinci Mansiyon : 500 YTL
İkinci Mansiyon : 500 YTL
İletişim: 0(312)-234 10 10 / 1807-1398
e-mail: neyazici@baskent.edu.tr
Adres: Başkent Üniversitesi
Eskişehir Yolu 20.km. Bağlıca Yerleşkesi-Ankara
KUMRU EDEBİYAT DERGİSİ
TEMMUZ BAŞINDA KANADA KALKIYOR! Ankara’da yeni bir edebiyat dergisi daha sanatın göklerine kanat açıyor। Anadolu kültüründen evrensel kültüre açılan yoldaki sanat çabalarına yeni bir ses ve soluk katmak için yola çıkan kültür, sanat ve edebiyat dergisi KUMRU’nun Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Zafer Gökcan, Genel Yayın Yönetmenliği’ni Şair Cem Erdeveciler yapıyor
Derginin Danışma Kurulu’nda Gökhan Cengizhan, Hüseyin Atabaş, Kemal Soyer, Özcan Karabulut, Şenay Coşkun, Nihat Mürşit Pınar, Sebahattin Alaçam, Hacı Demirci, Hakan Gökcan, Abbas Turan, Mehmet Özgür yer almakta.
Temmuz ayı başında ilk sayısını çıkaracak derginin 12 ilde de temsilcisi var. Temsilcilikleri: Orhan R. San-Didim / Turgay Delibalta-Fethiye, Köyceğiz, Ortaca / Musa Dinç-Diyarbakır / Ali Ziya Çamur-Mersin / Ayfer Koçu-Kırşehir / İbrahim Sertçelik-İzmir / Ferit Sürmeli-Hatay / Mehmet Koçal-Eskişehir / Murat Sansar-Kırklareli / Doğan Boztaş-Adana / Cumhur Erdin- İstanbul / Kemal Yüksel-Bursa॥ Yıllık abone ederi 30 TL olan Kumru’ya
kumru-sanat@hotmail.com e-posta adresi üzerinden ulaşılabilir. Ayrıca, ulaşım ve iletişim adresi: Marmara Sokak no 12-18 Sıhhiye/Ankara Tel:0312 434 29 16 Abone ederi yatırmak için hesap: Yapı Kredi Bankası Meşrutiyet Şubesi Hesap No: 196430800 Zafer Gökcan
14.06.2007
Jorge Luis Borges
BABİL PİYANGOSU
Babil'deki bütün erkekler gibi ben de genel valilik yaptım, hepsi gibi kölelik de; tartışılmaz gücü, aşağılanmayı, hapishaneyi tanıdım. Bakın: sağ elimin işaret parmağı kopuk, Bir daha bakın: pelerinimin yırtığından, böğrümdeki kızıl damgayı seçebilirsiniz. O, ikinci simge Beta'dir. Bu harf, dolunaylı gecelerde Gamma'lılar üstünde egemenlik kurmamı sağlar; öte yandan aysız gecelerde Gamma'lıların egemenliğine giren Alfa işaretlilerin buyruğuna sokar beni. Tan ağartısında, bir mahzende, kara bir kayaya karşı kutsal boğaların şahdamarlarını kesmiştim. Bir ay-yılı boyunca görünmezliğe hüküm giydim; çığlık attım, duyan çıkmadı, ekmek çaldım, yakalanmadım. Yunanlıların bilmediği bir şeyi öğrendim: belirsizliği. Tunç bir hücrede boğazıma sarılan adamın boğucu mendiliyle soluğum tıkandığında umut, desteğini esirgemedi benden; haz denizinde yüzerken ürkü, yanımdan ayrılmadı. Pontuslu Heraklitos, Pitagoras'in bir zaman Pyrrho, ondan önce Euphorbus, ondan önce de bir başka ölümlü olduğunu anımsayışını ne ustalıkla anlatır. Bu tür değişimleri anmak için ne ölüme ne de sahtekarlığa başvurmama gerek var.
Nerdeyse baş döndürücü denebilecek bu çeşitliliği, öbür cumhuriyetlerin adını bile duymadıkları, ola ki aralarında gizli dolaplar çeviren bir kuruma borçluyum: piyangoya. Onun tarihini uzun boylu incelemedim; tek bildiğim, sihirbazların ağızbirliğine varamadıkları; ölümcül tasarılarındansa, ancak astroloji okumamış birinin aya ilişkin sezgileri kadar haberliyim. Ben piyangonun, gerçekliğin önemli bir parçasının oluşturduğu çığırından çıkmış bir ülkenin yurttaşıyım; olup-bitenler, şu ana kadar gizi çözülmez tanrıların işleri ya da kendi yüreğimin atışları kadar önemsizdi gözümde. Ama şimdi Babil'den ve onun gözde geleneklerinden uzaktayken, piyango oldukça garibime gidiyor, insanların alacakaranlığın gölgelerinde mırıldandıkları küfür dolu kehanetleri düşünüyorum.
Babam, çok eskiden— yüzyıllar önce mi, yıllar önce mi?—Babil piyangosunun, ayaktakımının tuttuğu bir oyun olduğunu söylerdi. Berberler, bakır para karşılığında dikdörtgen kemikler ya da renkli parşömen parçacıkları dağıtırlarmış (ne kadar doğru, bilmem). Çekilişler öğleüstü yapılırmış kazananlar, artık şansın yardımı olmaksızın gümüş sikkelere kavuşurlarmış. Basit bir uygulama, gördüğünüz gibi.
Bu piyangolar, tabii ki başarısızlıkla sonuçlandı. Hiçbir ahlaki değerleri yoktu. İnsanların yeteneklerine değil yalnızca umutlarına sesleniyorlardı. Halkın kayıtsızlığı karşısında, bu edepsiz piyangoları düzenleyen tüccar takımı zarar etmeye başladı. Biri, ufak bir reform önerdi: talihli numaraların arasına birkaç talihsiz rakam katmak. Bu reform aracılığıyla, rakamlı dikdörtgenleri alanların şansı ikiye katlanıyordu, ya azımsanmayacak bir para kazanacak ya azımsanmayacak bir ceza ödeyeceklerdi. Bu küçük risk payı - çünkü her otuz talihli numaraya karşılık bir tanecik talihsiz vardı- bekleneceği gibi halkın ilgisini uyandırdı. Babilliler kendilerini oyuna kaptırdılar. Katılmayanlar; ödlek, kötü niyetli damgasını yedi. Zamanla bu aşağılama yeni bir boyut kazandı. Gerçi piyangoya katılmayan hor görülüyordu da para cezası ödeyen küçümseniyordu. Şirket (o dönemde böyle anılmaya başlanmıştı) bütün para cezaları toplanmadan önce ödüllerini alamayan şanslıları korumak için harekete geçmek zorunda kaldı. Kaybedenlere dava açtı; yargıç da kaybedenleri ya başlangıçta biçilen para cezasıyla, birikmiş borçları ödemeye ya da bir süre hapiste yatmaya mahkum etti. Kaybedenlerin tümü, Şirket'e oyun oynamak için hapsi seçti. İşte Şirket'in tartışılmaz gücü-dinsel, fizikötesi yetkesi, bu birkaç adamın gözü karalığından serpildi.
Kısa bir süre sonra, çekiliş listelerinde para cezalarının dökümleri yer almamaya, yalnızca talihsiz numaralara düşen hapis cezaları ilan edilmeye başlandı. O dönemde pek dikkat çekmeyen bu kestirmecilik anlayışı, sonraları bir ölüm kalım sorununa dönüştü. Piyangoya parayla ilintili olmayan öğelerin ilk sokuluşuydu bu. Müthiş başarılıydı. Katılımcıların zorlamasıyla bu noktaya sürüklenen şirket, talihsiz numaralarının sayısını arttırmak zorunda kaldı.
Babillilerin mantığa, üstelik simetriye düşkünlüklerini kimse yadsıyamaz. Talihli numaraların yuvarlak hesaba, talihsizlerinse hapiste geçecek birebir günlerle gecelere vurulmasını tutarsız buldular. Kimi ahlakçılar, paranın mutluluğu güvenceye almayacağını, daha dolaysız açılan şans kapıları olabileceğini tartıştılar.
Derinden derine, bir başka tedirginlik kaynağı vardı. Papaz okulu üyeleri, bilet fiyatını arttırıp terörü ve umudu körüklediler; yoksullar, anlaşılabilir ve kaçınılmaz imrentileriyle bu görkemli coşkudan yoksun bırakıldıklarını kavradılar. Yoksul-zengin herkesin piyangoya eşit koşullarda katılımı doğrultusundaki haklı kaygı, yılların belleklerden silemediği bir öfke patlamasına yol açtı. Bazı dediğim-dedik kişiler, yeni bir düzenin, kaçınılmaz bir tarihsel dönemin çatlığını ya anlamadılar ya da anlamazdan geldiler... Bir köle, kızıl bir bilet, bir sonraki çekilişte kendisini dilinin yakılması hakkına çarptıracak bir bilet çaldı. Ceza yasası, bu cezayı bütün bilet çalınmaları için yürürlüğe koydu. Birtakım Babilliler, adamın işlediği suç karşılığında kızgın bir demirle dağlanmayı hak edip etmediğini tartıştılar; daha yücegönüllüler, piyangonun cezasını bir celladın infaz etmesinden yanaydılar, yazgıdan kaçınılamayacağına göre...
Huzursuzluklar bas gösterdi, yazık ki az kan dökülmedi yine de Babilliler, zenginlerin diretmesine karşın kendi isteklerini dayattılar sonunda. Yani: halk, yüce amacına tam anlamıyla erişti. Öncelikle, Şirket'i halkın tartışılmaz gücüne boyun eğmeye zorladı. (Yeni uygulamaların kapsamı ve karmaşıklığı düşünülürse bu birleşme zaten şarttı). İkincisi, piyangoyu gizli, serbest ve genel kıldı. Biletlerin parayla satılması yasaklandı. Baal'in gizemlerine bir kere alışan her özgür adam, tanrıların labirentlerinde her yetmiş gecede bir çekilen, herkesin yazgısını bir sonraki çekilişe kadar belirleyen piyangoya doğal yurttaşlık hakkıyla katılıyordu artık. Sonuçlar tam kestirilemiyordu. Talihli bir çekiliş., katılanı bilge sihirbazlar kurulu üyeliğine de yükseltebiliyor, (herkesçe ya da yalnızca kendisince) bilinen bir düşmanın hapsiyle sonuçlanabiliyor, hatta dingin bir odanın loşluğunda, huzurunu kaçırmaya başlamış, bir daha görmeyi ummadığı bir kadınla yüz yüze gelmesini sağlayabiliyordu. Talihsiz bir çekiliş, bir sakatlanma, farklı bir alçalma, bir ölüm anlamı taşıyabilirdi. Bazen bir tek olay - diyelim C.'nin meyhanede öldürülmesi, B.'nin her nedense göklere çıkarılması, otuz-kırk çekilişin parlak sonucu olabilirdi. Bu arada Şirket bireylerinin hem güç hem kurnazlık açısından tartışılmaz oldukları (hala öyleler) asla akıldan çıkmamalı. Çoğu durumda, sevinçlerin sansa bağlı sayılması belki kusursuzluklarına gölge düşürmüştür; bu pürüzden kurtulmak adına Şirket'in temsilcileri telkinden ve büyüden yararlandılar. At-tıkları adımlar, yönetim biçimleri gizli kapaklıydı. Kişilerin özel umutlarını, kişisel korkularını araştırırken müneccimlerle casuslardan yararlandılar. Bazı tas aslanlar sözgelimi, bir de Quaphka adında kutsal bir emanetçi. Genel inanca göre, Şirket'e giden yoldaki toz bürümüş su kemerinde bazı çatlaklar vardı: kötü ya da iyi niyetli insanlar, suçlamaların kaleme alıp bu çatlaklara gizlemişler. Bu bilgiler, keyfe göre düzenlenmiş bir abece arşivine kaldırıldı.
Şikayetlerin sonu her nedense gelmedi. Şirket, her zamanki saygınlığıyla yanıtları doğrudan vermiyordu. Şimdilerde kutsal metinlerden sayılan- bir kamuflaj fabrikasının döküntüleri arasında bulunan- bir metin karalamakla yetindi. Bu edebiyat öğretisi, piyangonun dünyanın düzenine şans payı kattığını ileri sürüyordu: yanlışlıkları kabullenmek, yazgıya karşı çıkmak değil yalnızca onu desteklemek demekti. Ayrıca o aslanlarla söz konusu kutsal emanetçinin Şirket'çe yetkili kılınmış olsalar da (gerektiğinde onlara başvurma hakkı saklı tutulmuştu) yetki-belgesiz çalıştıklarını belirtiyordu.
Bu açıklama halkın tedirginliğini yatıştırdı. Yazarın öngöremediği bazı yeniliklere de yol açtı. Şirket'in işletme anlayışını ve uygulamalarını derinden değiştirdi. (Bildiklerimi anlatacağım sure gittikçe azalıyor; geminin birazdan kalkacağı uyarısını eldik; yine de ben elimden geldiğince konuyu açıklamaya çalışacağım.)
Her ne kadar usa yakın görünmese de o güne kadar hiç kimse oyunlar üstüne genel bir kuram geliştirmeye kalkışmamıştı. Babilli, büyük çıkarlar peşinde koşmaz. Yazgının kararlarına saygı gösterir, yaşamını onlara bırakır, umutlarını ve ürküntüsünü onlara bağlar ama ne onların labirentsi yasaları ne de özlerini açıklayacak parlak özel-alanlar üstüne kafa yorar. Öyleyken, demin sözünü ettiğim gayri-resmi bildiri, tanrısal adaletle matematik karışımı bir sürü tartışmanın esin kaynağı oldu. Bu tartışmaların birinde su görüş savunuldu: eğer piyango bir şans patlamasıysa, kaosun kozmosa bir sureliğine sızmasını sağlıyorsa, Şans'ın sözünün yalnızca çekilişte değil, piyangonun bütün evrelerinde geçmesi daha uygun değil miydi? Şansın, bir insanın ölümünü kararlaştırması oysa ölüm koşullarının sessiz sedasız mi, gürültülü-patırtılı mı, bir saatle mi sınırlı, bir yüzyılla mı! şansa bırakılmaması saçma değil miydi? Haklılığı su götürmez bu kuşkular, önemli bir reform başlattı. Bu reforma (yüzyıllar sürmüş uygulamalarla gittikçe daha çapraşıklaştığı için) artık bir avuç uzman dışında kimsenin aklı ermiyor yine de ben -simgesel bir biçimde de olsa- bir özet çıkarmaya çalışacağım.
Şimdi, bir insanın ölüm cezasına çarptırıldığı bir ilk çekiliş düşünelim. Cezanın infazı için ikinci bir çekiliş düzenleniyor ve o çekilişte (tutalım ki) dokuz cellat adayı belirleniyor. Bu adaylardan dördü, celladı saptayacak üçüncü bir çekilişe pekala önayak olabilirler; öbür ikisi, talihsizliği talihe çevirmek (tutalım, define bulmak gibi) başarısını gösterebilir, bir başkası, ölüm cezasına katkılarda bulunabilir (yani işkence aracılığıyla cezayı daha da yüz kızartıcı ya da daha renkli hale getirerek); geri kalanlar infazı üstlenmeyebilirler...
Simgesel taslak bu. Oysa gerçekte, çekiliş sayısı bitimsizdir. Hiçbir yargı kesin değildir, hepsi iç içedir. Cahiller, bitimsiz çekilişlerin, bitimsiz bir sure gerektirdiğini sanırlar; ama gerçekte, zamanın bitimsiz bölünebilirliği yeterlidir, tıpkı ünlü Kaplumbağa ile Tavsan meselindeki gibi. Bu bitimsizlik, Eflatuncuların taptığı Şans’ın dolambaçlı rakamları ve Piyango'nun Göksel Tür-başlatıcılığıyla kusursuz bir uyum içinde...
Şirketimizin oldukça çarpıtılmış bir yankısı, Tiber kıyılarında da duyulmuş; Aelius Lampridius, Antoninus Heliogabalus'un Yaşamı adlı yapıtında söz konusu imparatorun, konuklarının yazgılarını deniz kabuklarına yazdığını anlatıyor, bir konuğun payına on okka altın düşerken öbürüne on sinek, on fare, on ayı düşüyormuş. Heliogabalus'un Anadolu'da, bir kavim tanrısının çömezleri arasında yetiştiğini söylemeliyiz.
Kişisellikten uzak, amacı belirsiz piyangolar da var: bir çekilişin sonunda, Taprobane'den alınacak bir taşın Fırat’ın sularına atılması buyruluyor; bir başkasında, bir kuşun bir kulenin çatısından salıverilmesi; bir başkasında, bir kumsaldaki sayısız kum taneciğinden birinin eksiltilmesi (ya da ' oraya bir kum tanesinin eklenmesi). Bazı çabaların sonuçları ürkütücü olmuş...
Şirketin kayırıcılığı sayesinde geleneklerimiz tepeden tırnağa şansa bulaştı. Bir düzine Şam şarabi ısmarlayan biri, amforalardan birinden bir muska ya da engerek çıkarsa şaşmaz artık. Yeminli bir katip, yanıltıcı bilgi vermekten binde bir kaçınabilir; ben kendim de bu telaşlı açıklamam sırasında asilsiz bir şatafat, bir hunharlık uydurmayı seçtim: belki gizemli bir tür tekdüzelik de...
Dünyanın en zeki kişileri sayılan tarihçilerimiz, şansı düzeltmenin yöntemini buldular. Bu yöntemin uygulamada -genelde- güvenilir olduğu bilmiyor, tabii araya bazen doğal olarak biraz hile karışsa da. Neresinden baksanız, Şirket'in tarihi kadar kurmacaya bulaşmış bir malzeme yoktur...
Bir tapınakta günışığına çıkartılan gök eski bir belge, dünkü piyangonun cilvesi de olabilir, yüzyıl öncekinin de. Her basımında azıcık değişikliğe uğramayan kitap yoktur. Yazıcılar bazı yerleri atlamaya, düzeltmeye, değiştirmeye gizlice and içerler.
Şirket, tanrıya özgü bir alçakgönüllülükle açığa çıkmaktan kaçınır. Temsilcileri, tabii ki gizlidir. Sürekli dışarı yolladığı bildirgeler, sahtekarların piyasaya bol bol sürdüklerinden farklı değildir. Ayrıca, kim basit bir sahtekar olmakla övünebilir ki? Birdenbire saçma sapan bir ferman vermeye kalkışan ayyaşla düşünden yanında yatan kadının boğazına sarılmak üzere fırlayan adam, ikisi de Şirket'in gizli bir kararını uyguluyor olamazlar mi? Tanrı'ya özgü bir suskunlukla isleyen bu düzen, her tür varsayıma açık. Sözgelimi bu varsayımlardan biri, Şirket'in sonsuza kadar, son tanrının kozmosu yok edeceği son geceye kadar başımızda kalacağını hiç utanmaksızın ileri sürüyor. Bir başka görüşe göre Şirket'in gücü mutlak ama etkisini yalnızca ufacık olaylarda gösteriyor: bir kuşun ötüşünde, pasın ve tozun koyu ve açık tonlarında, tanın tavşan-uykularında. Yüzlerini gizleyen kafirlerin dediklerine göreyse, Şirket hiç var olmamış ve asla var olmayacakmış, Aynı ölçüde ağza alınma bir tez, bu karanlık kuruluşun varlığını kabul ya da red etmenin boşuna olduğunu savunuyor, nasılsa Babil zaten bitimsiz bir şans oyunuymuş.
Çeviren: Tomris Uyar
*Öykünün john M. Fain çevirisinde (Labyrinths, Penguin Books, 1970) "Şirket'in yüzyıllardır var olmadığı, yaşamlarımızın kutsal düzensizliğinin yalnızca kalıtımsal, geleneksel öğelere bağlanabileceği" görüşü de yer alıyor. (T.U.)
Babil'deki bütün erkekler gibi ben de genel valilik yaptım, hepsi gibi kölelik de; tartışılmaz gücü, aşağılanmayı, hapishaneyi tanıdım. Bakın: sağ elimin işaret parmağı kopuk, Bir daha bakın: pelerinimin yırtığından, böğrümdeki kızıl damgayı seçebilirsiniz. O, ikinci simge Beta'dir. Bu harf, dolunaylı gecelerde Gamma'lılar üstünde egemenlik kurmamı sağlar; öte yandan aysız gecelerde Gamma'lıların egemenliğine giren Alfa işaretlilerin buyruğuna sokar beni. Tan ağartısında, bir mahzende, kara bir kayaya karşı kutsal boğaların şahdamarlarını kesmiştim. Bir ay-yılı boyunca görünmezliğe hüküm giydim; çığlık attım, duyan çıkmadı, ekmek çaldım, yakalanmadım. Yunanlıların bilmediği bir şeyi öğrendim: belirsizliği. Tunç bir hücrede boğazıma sarılan adamın boğucu mendiliyle soluğum tıkandığında umut, desteğini esirgemedi benden; haz denizinde yüzerken ürkü, yanımdan ayrılmadı. Pontuslu Heraklitos, Pitagoras'in bir zaman Pyrrho, ondan önce Euphorbus, ondan önce de bir başka ölümlü olduğunu anımsayışını ne ustalıkla anlatır. Bu tür değişimleri anmak için ne ölüme ne de sahtekarlığa başvurmama gerek var.
Nerdeyse baş döndürücü denebilecek bu çeşitliliği, öbür cumhuriyetlerin adını bile duymadıkları, ola ki aralarında gizli dolaplar çeviren bir kuruma borçluyum: piyangoya. Onun tarihini uzun boylu incelemedim; tek bildiğim, sihirbazların ağızbirliğine varamadıkları; ölümcül tasarılarındansa, ancak astroloji okumamış birinin aya ilişkin sezgileri kadar haberliyim. Ben piyangonun, gerçekliğin önemli bir parçasının oluşturduğu çığırından çıkmış bir ülkenin yurttaşıyım; olup-bitenler, şu ana kadar gizi çözülmez tanrıların işleri ya da kendi yüreğimin atışları kadar önemsizdi gözümde. Ama şimdi Babil'den ve onun gözde geleneklerinden uzaktayken, piyango oldukça garibime gidiyor, insanların alacakaranlığın gölgelerinde mırıldandıkları küfür dolu kehanetleri düşünüyorum.
Babam, çok eskiden— yüzyıllar önce mi, yıllar önce mi?—Babil piyangosunun, ayaktakımının tuttuğu bir oyun olduğunu söylerdi. Berberler, bakır para karşılığında dikdörtgen kemikler ya da renkli parşömen parçacıkları dağıtırlarmış (ne kadar doğru, bilmem). Çekilişler öğleüstü yapılırmış kazananlar, artık şansın yardımı olmaksızın gümüş sikkelere kavuşurlarmış. Basit bir uygulama, gördüğünüz gibi.
Bu piyangolar, tabii ki başarısızlıkla sonuçlandı. Hiçbir ahlaki değerleri yoktu. İnsanların yeteneklerine değil yalnızca umutlarına sesleniyorlardı. Halkın kayıtsızlığı karşısında, bu edepsiz piyangoları düzenleyen tüccar takımı zarar etmeye başladı. Biri, ufak bir reform önerdi: talihli numaraların arasına birkaç talihsiz rakam katmak. Bu reform aracılığıyla, rakamlı dikdörtgenleri alanların şansı ikiye katlanıyordu, ya azımsanmayacak bir para kazanacak ya azımsanmayacak bir ceza ödeyeceklerdi. Bu küçük risk payı - çünkü her otuz talihli numaraya karşılık bir tanecik talihsiz vardı- bekleneceği gibi halkın ilgisini uyandırdı. Babilliler kendilerini oyuna kaptırdılar. Katılmayanlar; ödlek, kötü niyetli damgasını yedi. Zamanla bu aşağılama yeni bir boyut kazandı. Gerçi piyangoya katılmayan hor görülüyordu da para cezası ödeyen küçümseniyordu. Şirket (o dönemde böyle anılmaya başlanmıştı) bütün para cezaları toplanmadan önce ödüllerini alamayan şanslıları korumak için harekete geçmek zorunda kaldı. Kaybedenlere dava açtı; yargıç da kaybedenleri ya başlangıçta biçilen para cezasıyla, birikmiş borçları ödemeye ya da bir süre hapiste yatmaya mahkum etti. Kaybedenlerin tümü, Şirket'e oyun oynamak için hapsi seçti. İşte Şirket'in tartışılmaz gücü-dinsel, fizikötesi yetkesi, bu birkaç adamın gözü karalığından serpildi.
Kısa bir süre sonra, çekiliş listelerinde para cezalarının dökümleri yer almamaya, yalnızca talihsiz numaralara düşen hapis cezaları ilan edilmeye başlandı. O dönemde pek dikkat çekmeyen bu kestirmecilik anlayışı, sonraları bir ölüm kalım sorununa dönüştü. Piyangoya parayla ilintili olmayan öğelerin ilk sokuluşuydu bu. Müthiş başarılıydı. Katılımcıların zorlamasıyla bu noktaya sürüklenen şirket, talihsiz numaralarının sayısını arttırmak zorunda kaldı.
Babillilerin mantığa, üstelik simetriye düşkünlüklerini kimse yadsıyamaz. Talihli numaraların yuvarlak hesaba, talihsizlerinse hapiste geçecek birebir günlerle gecelere vurulmasını tutarsız buldular. Kimi ahlakçılar, paranın mutluluğu güvenceye almayacağını, daha dolaysız açılan şans kapıları olabileceğini tartıştılar.
Derinden derine, bir başka tedirginlik kaynağı vardı. Papaz okulu üyeleri, bilet fiyatını arttırıp terörü ve umudu körüklediler; yoksullar, anlaşılabilir ve kaçınılmaz imrentileriyle bu görkemli coşkudan yoksun bırakıldıklarını kavradılar. Yoksul-zengin herkesin piyangoya eşit koşullarda katılımı doğrultusundaki haklı kaygı, yılların belleklerden silemediği bir öfke patlamasına yol açtı. Bazı dediğim-dedik kişiler, yeni bir düzenin, kaçınılmaz bir tarihsel dönemin çatlığını ya anlamadılar ya da anlamazdan geldiler... Bir köle, kızıl bir bilet, bir sonraki çekilişte kendisini dilinin yakılması hakkına çarptıracak bir bilet çaldı. Ceza yasası, bu cezayı bütün bilet çalınmaları için yürürlüğe koydu. Birtakım Babilliler, adamın işlediği suç karşılığında kızgın bir demirle dağlanmayı hak edip etmediğini tartıştılar; daha yücegönüllüler, piyangonun cezasını bir celladın infaz etmesinden yanaydılar, yazgıdan kaçınılamayacağına göre...
Huzursuzluklar bas gösterdi, yazık ki az kan dökülmedi yine de Babilliler, zenginlerin diretmesine karşın kendi isteklerini dayattılar sonunda. Yani: halk, yüce amacına tam anlamıyla erişti. Öncelikle, Şirket'i halkın tartışılmaz gücüne boyun eğmeye zorladı. (Yeni uygulamaların kapsamı ve karmaşıklığı düşünülürse bu birleşme zaten şarttı). İkincisi, piyangoyu gizli, serbest ve genel kıldı. Biletlerin parayla satılması yasaklandı. Baal'in gizemlerine bir kere alışan her özgür adam, tanrıların labirentlerinde her yetmiş gecede bir çekilen, herkesin yazgısını bir sonraki çekilişe kadar belirleyen piyangoya doğal yurttaşlık hakkıyla katılıyordu artık. Sonuçlar tam kestirilemiyordu. Talihli bir çekiliş., katılanı bilge sihirbazlar kurulu üyeliğine de yükseltebiliyor, (herkesçe ya da yalnızca kendisince) bilinen bir düşmanın hapsiyle sonuçlanabiliyor, hatta dingin bir odanın loşluğunda, huzurunu kaçırmaya başlamış, bir daha görmeyi ummadığı bir kadınla yüz yüze gelmesini sağlayabiliyordu. Talihsiz bir çekiliş, bir sakatlanma, farklı bir alçalma, bir ölüm anlamı taşıyabilirdi. Bazen bir tek olay - diyelim C.'nin meyhanede öldürülmesi, B.'nin her nedense göklere çıkarılması, otuz-kırk çekilişin parlak sonucu olabilirdi. Bu arada Şirket bireylerinin hem güç hem kurnazlık açısından tartışılmaz oldukları (hala öyleler) asla akıldan çıkmamalı. Çoğu durumda, sevinçlerin sansa bağlı sayılması belki kusursuzluklarına gölge düşürmüştür; bu pürüzden kurtulmak adına Şirket'in temsilcileri telkinden ve büyüden yararlandılar. At-tıkları adımlar, yönetim biçimleri gizli kapaklıydı. Kişilerin özel umutlarını, kişisel korkularını araştırırken müneccimlerle casuslardan yararlandılar. Bazı tas aslanlar sözgelimi, bir de Quaphka adında kutsal bir emanetçi. Genel inanca göre, Şirket'e giden yoldaki toz bürümüş su kemerinde bazı çatlaklar vardı: kötü ya da iyi niyetli insanlar, suçlamaların kaleme alıp bu çatlaklara gizlemişler. Bu bilgiler, keyfe göre düzenlenmiş bir abece arşivine kaldırıldı.
Şikayetlerin sonu her nedense gelmedi. Şirket, her zamanki saygınlığıyla yanıtları doğrudan vermiyordu. Şimdilerde kutsal metinlerden sayılan- bir kamuflaj fabrikasının döküntüleri arasında bulunan- bir metin karalamakla yetindi. Bu edebiyat öğretisi, piyangonun dünyanın düzenine şans payı kattığını ileri sürüyordu: yanlışlıkları kabullenmek, yazgıya karşı çıkmak değil yalnızca onu desteklemek demekti. Ayrıca o aslanlarla söz konusu kutsal emanetçinin Şirket'çe yetkili kılınmış olsalar da (gerektiğinde onlara başvurma hakkı saklı tutulmuştu) yetki-belgesiz çalıştıklarını belirtiyordu.
Bu açıklama halkın tedirginliğini yatıştırdı. Yazarın öngöremediği bazı yeniliklere de yol açtı. Şirket'in işletme anlayışını ve uygulamalarını derinden değiştirdi. (Bildiklerimi anlatacağım sure gittikçe azalıyor; geminin birazdan kalkacağı uyarısını eldik; yine de ben elimden geldiğince konuyu açıklamaya çalışacağım.)
Her ne kadar usa yakın görünmese de o güne kadar hiç kimse oyunlar üstüne genel bir kuram geliştirmeye kalkışmamıştı. Babilli, büyük çıkarlar peşinde koşmaz. Yazgının kararlarına saygı gösterir, yaşamını onlara bırakır, umutlarını ve ürküntüsünü onlara bağlar ama ne onların labirentsi yasaları ne de özlerini açıklayacak parlak özel-alanlar üstüne kafa yorar. Öyleyken, demin sözünü ettiğim gayri-resmi bildiri, tanrısal adaletle matematik karışımı bir sürü tartışmanın esin kaynağı oldu. Bu tartışmaların birinde su görüş savunuldu: eğer piyango bir şans patlamasıysa, kaosun kozmosa bir sureliğine sızmasını sağlıyorsa, Şans'ın sözünün yalnızca çekilişte değil, piyangonun bütün evrelerinde geçmesi daha uygun değil miydi? Şansın, bir insanın ölümünü kararlaştırması oysa ölüm koşullarının sessiz sedasız mi, gürültülü-patırtılı mı, bir saatle mi sınırlı, bir yüzyılla mı! şansa bırakılmaması saçma değil miydi? Haklılığı su götürmez bu kuşkular, önemli bir reform başlattı. Bu reforma (yüzyıllar sürmüş uygulamalarla gittikçe daha çapraşıklaştığı için) artık bir avuç uzman dışında kimsenin aklı ermiyor yine de ben -simgesel bir biçimde de olsa- bir özet çıkarmaya çalışacağım.
Şimdi, bir insanın ölüm cezasına çarptırıldığı bir ilk çekiliş düşünelim. Cezanın infazı için ikinci bir çekiliş düzenleniyor ve o çekilişte (tutalım ki) dokuz cellat adayı belirleniyor. Bu adaylardan dördü, celladı saptayacak üçüncü bir çekilişe pekala önayak olabilirler; öbür ikisi, talihsizliği talihe çevirmek (tutalım, define bulmak gibi) başarısını gösterebilir, bir başkası, ölüm cezasına katkılarda bulunabilir (yani işkence aracılığıyla cezayı daha da yüz kızartıcı ya da daha renkli hale getirerek); geri kalanlar infazı üstlenmeyebilirler...
Simgesel taslak bu. Oysa gerçekte, çekiliş sayısı bitimsizdir. Hiçbir yargı kesin değildir, hepsi iç içedir. Cahiller, bitimsiz çekilişlerin, bitimsiz bir sure gerektirdiğini sanırlar; ama gerçekte, zamanın bitimsiz bölünebilirliği yeterlidir, tıpkı ünlü Kaplumbağa ile Tavsan meselindeki gibi. Bu bitimsizlik, Eflatuncuların taptığı Şans’ın dolambaçlı rakamları ve Piyango'nun Göksel Tür-başlatıcılığıyla kusursuz bir uyum içinde...
Şirketimizin oldukça çarpıtılmış bir yankısı, Tiber kıyılarında da duyulmuş; Aelius Lampridius, Antoninus Heliogabalus'un Yaşamı adlı yapıtında söz konusu imparatorun, konuklarının yazgılarını deniz kabuklarına yazdığını anlatıyor, bir konuğun payına on okka altın düşerken öbürüne on sinek, on fare, on ayı düşüyormuş. Heliogabalus'un Anadolu'da, bir kavim tanrısının çömezleri arasında yetiştiğini söylemeliyiz.
Kişisellikten uzak, amacı belirsiz piyangolar da var: bir çekilişin sonunda, Taprobane'den alınacak bir taşın Fırat’ın sularına atılması buyruluyor; bir başkasında, bir kuşun bir kulenin çatısından salıverilmesi; bir başkasında, bir kumsaldaki sayısız kum taneciğinden birinin eksiltilmesi (ya da ' oraya bir kum tanesinin eklenmesi). Bazı çabaların sonuçları ürkütücü olmuş...
Şirketin kayırıcılığı sayesinde geleneklerimiz tepeden tırnağa şansa bulaştı. Bir düzine Şam şarabi ısmarlayan biri, amforalardan birinden bir muska ya da engerek çıkarsa şaşmaz artık. Yeminli bir katip, yanıltıcı bilgi vermekten binde bir kaçınabilir; ben kendim de bu telaşlı açıklamam sırasında asilsiz bir şatafat, bir hunharlık uydurmayı seçtim: belki gizemli bir tür tekdüzelik de...
Dünyanın en zeki kişileri sayılan tarihçilerimiz, şansı düzeltmenin yöntemini buldular. Bu yöntemin uygulamada -genelde- güvenilir olduğu bilmiyor, tabii araya bazen doğal olarak biraz hile karışsa da. Neresinden baksanız, Şirket'in tarihi kadar kurmacaya bulaşmış bir malzeme yoktur...
Bir tapınakta günışığına çıkartılan gök eski bir belge, dünkü piyangonun cilvesi de olabilir, yüzyıl öncekinin de. Her basımında azıcık değişikliğe uğramayan kitap yoktur. Yazıcılar bazı yerleri atlamaya, düzeltmeye, değiştirmeye gizlice and içerler.
Şirket, tanrıya özgü bir alçakgönüllülükle açığa çıkmaktan kaçınır. Temsilcileri, tabii ki gizlidir. Sürekli dışarı yolladığı bildirgeler, sahtekarların piyasaya bol bol sürdüklerinden farklı değildir. Ayrıca, kim basit bir sahtekar olmakla övünebilir ki? Birdenbire saçma sapan bir ferman vermeye kalkışan ayyaşla düşünden yanında yatan kadının boğazına sarılmak üzere fırlayan adam, ikisi de Şirket'in gizli bir kararını uyguluyor olamazlar mi? Tanrı'ya özgü bir suskunlukla isleyen bu düzen, her tür varsayıma açık. Sözgelimi bu varsayımlardan biri, Şirket'in sonsuza kadar, son tanrının kozmosu yok edeceği son geceye kadar başımızda kalacağını hiç utanmaksızın ileri sürüyor. Bir başka görüşe göre Şirket'in gücü mutlak ama etkisini yalnızca ufacık olaylarda gösteriyor: bir kuşun ötüşünde, pasın ve tozun koyu ve açık tonlarında, tanın tavşan-uykularında. Yüzlerini gizleyen kafirlerin dediklerine göreyse, Şirket hiç var olmamış ve asla var olmayacakmış, Aynı ölçüde ağza alınma bir tez, bu karanlık kuruluşun varlığını kabul ya da red etmenin boşuna olduğunu savunuyor, nasılsa Babil zaten bitimsiz bir şans oyunuymuş.
Çeviren: Tomris Uyar
*Öykünün john M. Fain çevirisinde (Labyrinths, Penguin Books, 1970) "Şirket'in yüzyıllardır var olmadığı, yaşamlarımızın kutsal düzensizliğinin yalnızca kalıtımsal, geleneksel öğelere bağlanabileceği" görüşü de yer alıyor. (T.U.)
13.06.2007
5.06.2007
Ölümünün 44. yılında
Nâzım şiirlerle anıldı…
Büyük şair Nâzım Hikmet ölümünün 44. yılında Güney Dergisi tarafından düzenlenen “Nâzım’a Şiirler Okuyoruz” baslıklı bir etkinlik ile anıldı. 3 Haziran Pazar günü saat 16’da Adana Tabip Odası salonunda düzenlenen etkinliğe 60’ın üzerinde Nâzım dostu katıldı.
Etkinlik Güney Dergisi tarafından hazırlanan ve Nâzım Hikmet fotoğraflarından oluşan bir slayt ile başladı. Ardından Güney Yılmaz Güney Dergisi adına Nâzım’a dair bir konusma yaptı. Sonrasında ise sairlerin, yorumcuların ve Güney Dergisi okurlarının hazırladığı şiirler okundu. Etkinlik içerisinde Güney Dergisi okuru olan iki genç kadının Nâzım şiirlerinden parçalar okuması ve bestelenmiş şiirleri müzik olmadan seslendirmesi büyük beğeni topladı.
Etkinliğe Öykü yazarları Zafer Doruk, Nazmi Bayrı, Şairler Levent Uğur ve İlhami Özer katıldılar. Katılanların beğenisini alan etkinlik Nâzım’a okunan çok sayıda şiir ile sona erdi.
www.guneydergisi.com
Nâzım şiirlerle anıldı…
Büyük şair Nâzım Hikmet ölümünün 44. yılında Güney Dergisi tarafından düzenlenen “Nâzım’a Şiirler Okuyoruz” baslıklı bir etkinlik ile anıldı. 3 Haziran Pazar günü saat 16’da Adana Tabip Odası salonunda düzenlenen etkinliğe 60’ın üzerinde Nâzım dostu katıldı.
Etkinlik Güney Dergisi tarafından hazırlanan ve Nâzım Hikmet fotoğraflarından oluşan bir slayt ile başladı. Ardından Güney Yılmaz Güney Dergisi adına Nâzım’a dair bir konusma yaptı. Sonrasında ise sairlerin, yorumcuların ve Güney Dergisi okurlarının hazırladığı şiirler okundu. Etkinlik içerisinde Güney Dergisi okuru olan iki genç kadının Nâzım şiirlerinden parçalar okuması ve bestelenmiş şiirleri müzik olmadan seslendirmesi büyük beğeni topladı.
Etkinliğe Öykü yazarları Zafer Doruk, Nazmi Bayrı, Şairler Levent Uğur ve İlhami Özer katıldılar. Katılanların beğenisini alan etkinlik Nâzım’a okunan çok sayıda şiir ile sona erdi.
www.guneydergisi.com
4.06.2007
SAFRANBOLU
8.ULUSLARARASI ALTIN SAFRAN
FİLM FESTİVALİ ŞİİR ÖDÜLÜ
FİLM FESTİVALİ ŞİİR ÖDÜLÜ
1-Ödül; daha önce yayınlanmamış,yayına hazır dosyaya verilecektir.
2-Ödül;bir birincilik,iki mansiyon olarak verilecek olup kazanan dosyalar kitap haline getirilecektir.Ayrıca ödüle aday tüm dosyalardan ikişer şiirle ortak bir kitap yapılacaktır.
3-Ödüle aday dosyalar daha önce ödül almamış olacaktır.
4-Ödüle aday şairler daha önce Altın Safran Film Festivali Şiir Ödülünde ödül almamış olacaklardır.
5-Dosyalar beş kopya olarak PK 10 Karabük Halil Nihat Yıldız adresine en geç 01 Ağustos 2007 tarihine kadar gönderilecektir.Sonuçlar 15 Ağustos 2007’de açıklanacaktır.
6-Dosyalarda kesinlikle şair ismi bulunmayacak,rumuz yazılacak,aynı rumuz bir zarfın dışınada yazılarak o zarfa dosyanın CD si,özgeçmiş ve tamamının yada bir bölümünün Karabük Kültür ve Sanat Derneği Tay Dergisi Yayınlarınca yayınlanabilmesi için bir Muvafakatname konulacaktır.
7-Katılan dosyaların tamamından seçici kurulca belirlenen ikişer şiirle bir ortak kitap oluşturularak festival anısına tüm katılımcılara yirmişer adet gönderilecektir.
ÖDÜL: Birincilik = plaket + 750 adet kitap +500 YTL
Mansiyon= plaket +750 adet kitap
Mansiyon=plaket + 750 adet kitap
SEÇİCİ KURUL:
Hüseyin Avni Cinozoğlu, Tahsin Şentürk, İsmail Arslan, Hüseyin Özmen, Gülderen Canyurt
Atakan Özen
1978 yılında Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde doğdu.
Şiirleri; Dergah, Kırklar, Derkenar ve Taflan dergilerinde yayınlandı.
SEMAZEN
Beni kendime bağlayan köprülerden
uygun adımlarla geçince hayat
ölüp ölüp dirildiğim gümüş serviler üzre
kendini bu kadar düşündüren neydi ki
kapıdan ilk giren ben oldum
ben oldum,göğe kavisler çizen semazen
içimden neresinden başlasam,diyorum
sütbeyaz dişlerine karanlığın veballer taşırken
ve acının sefertasına kendimi bölüyorken
aklımda hep bir yerlere varmanın telaşı kaygısı
her yanımda üstü çizilmiş aşklar ülkeler
aman vermeyen dar geçitler ve devriyeler
şimdi,yüzümü ne yana çevirsem şamdanlardan
içimde besmelesi çekilmiş vaktin kendinden geçmiş hali
tevekkül gölgesi ışığın direncinde buğulanan
ama o ilk bakış anılar morguna dönüşen yolculuk
bir an boşluğuna düşer gibi oldum aynaların
Şiirleri; Dergah, Kırklar, Derkenar ve Taflan dergilerinde yayınlandı.
SEMAZEN
Beni kendime bağlayan köprülerden
uygun adımlarla geçince hayat
ölüp ölüp dirildiğim gümüş serviler üzre
kendini bu kadar düşündüren neydi ki
kapıdan ilk giren ben oldum
ben oldum,göğe kavisler çizen semazen
içimden neresinden başlasam,diyorum
sütbeyaz dişlerine karanlığın veballer taşırken
ve acının sefertasına kendimi bölüyorken
aklımda hep bir yerlere varmanın telaşı kaygısı
her yanımda üstü çizilmiş aşklar ülkeler
aman vermeyen dar geçitler ve devriyeler
şimdi,yüzümü ne yana çevirsem şamdanlardan
içimde besmelesi çekilmiş vaktin kendinden geçmiş hali
tevekkül gölgesi ışığın direncinde buğulanan
ama o ilk bakış anılar morguna dönüşen yolculuk
bir an boşluğuna düşer gibi oldum aynaların
Akatalpa
Ekim 2007, İçindekiler:
Yazar ve Şair isimleri:
Yusuf Alper
Süreyya Barutçu
Ramis Dara
Nuri Demirci
Özlem Tezcan Dertsiz
Gültekin Emre
Hilmi Haşal
İlhan Kemal
Mustafa Ergin Kılıç
Mehmet Sadık Kırımlı
Salih Mercanoğlu
Cihan Oğuz
Naz Özalevli
Özkan Satılmış
İhsan Tevfik
Mehmet Mumtaz Tuzcu
Yazar ve Şair isimleri:
Yusuf Alper
Süreyya Barutçu
Ramis Dara
Nuri Demirci
Özlem Tezcan Dertsiz
Gültekin Emre
Hilmi Haşal
İlhan Kemal
Mustafa Ergin Kılıç
Mehmet Sadık Kırımlı
Salih Mercanoğlu
Cihan Oğuz
Naz Özalevli
Özkan Satılmış
İhsan Tevfik
Mehmet Mumtaz Tuzcu
A B D U L L A H B A Ş T Ü R K
İ Ş Ç İ Ö Y K Ü L E R İ Ö D Ü L Ü
(5. YIL)
GENEL-İŞ ve DİSK eski Genel Başkanı Abdullah Baştürk (1929-1991)anısına, ailesi, Edebiyatçılar Derneği ve Genel-İş'le birlikte bu yılda "İşçi Öyküleri Ödülü" verilecektir.
1) Yarışma, amatör ya da profesyonel tüm öykücülere açıktır. Ödüle;işçiler ve emeğiyle geçinen diğer çalışanlar hakkında yazılmış hertürlü öykü katılabilir.
2) Ödüle aday yapıtlarda, Türkçeyi kullanmadaki başarı, yazınsalduyarlık da aranacaktır. Öyküler daha önce yayımlanmamış olmalıdır.
3) Daha önce bu ödülü kazanmış olanlar, Edebiyatçılar Derneği yönetimorganlarında yer alan üyeler, yarışmaya katılamazlar.
4) Öyküler; çift aralıkla, daktilo ya da bilgisayarla yazılmışolmalıdır.
5) Yarışmaya en çok üç öyküyle aday olunabilir. Öykülerde sayfasınırlaması yoktur. Son başvuru tarihi 9 Kasım 2007'dir.
6) Seçici kurul; Remzi İnanç, Vecihi Timuroğlu, Necati Tosuner, TuncerUçarol, Ahmet Yıldız'dan oluşmaktadır.
7) Ödüller; birinci 1.000 YTL, ikinci 750 YTL, üçüncü 500 YTL'dir.Ödül kazananlar ayrıca GENEL-İŞ'in Ören (Burhaniye)'de bulunan"Abdullah Baştürk Eğitim ve Dinlenme Tesisleri"nde bir haftaağırlanacaktır. Sonuçlar, Abdullah Baştürk'ün ölüm yıldönümü olan 21Aralık 2007 günü açıklanır.
8) GENEL-İŞ; ödül kazanan öykülerle yayımlanmaya değer görülenöyküleri, her birine 100 YTL telif ücreti ödemek üzere, kitap olarakyayımlayabilir. Bu öyküleri, diğer yayın araçlarında da kullanabilir.
9) Ödüle aday yapıtlar; bir başvuru dilekçesi, gerçek ad ve açıkadres, varsa internet adresi, telefon numarası ve altında özgeçmişyazılı olmak üzere, ekinde beş kopya öykü ile birlikte aşağıdakiadrese taahhütlü olarak gönderilecek ya da elden teslim edilecektir:
Edebiyatçılar Derneği (İşçi Öyküleri Yarışması)Sakarya Cad. 32/15, Bahar Apt. Kat 5, Yenişehir - Ankara -
İletişim için: 0312 / 434 46 65 -edebiyat@edebiyatcilardernegi.org.tr- Bilgi için (yarışma, kitaplar, yankılar): www.genel-is.org.tr
10) Ödüle katılan yapıtlar geri verilmez.
3.06.2007
Tanpınar Roman Yarışması
Türk edebiyatının büyük ustası Ahmet Hamdi Tanpınar anısına 2001 yılından bu yana edebiyatın değişik alanlarında düzenlenen yarışma bu yıl roman dalında yapılacak. Bursa Merkez Osmangazi Belediyesi ve Osmangazi Yerel Gündem 21'in düzenlediği yarışmanın jürisinde:
Hilmi Yavuz (başkan)
İhsan Deniz
Füsun Akatlı
Latife Tekin
Cihan Aktaş
Metin Önal Mengüşoğlu
Doç. Dr. Erdoğan Erbay
Prof. Dr. Abdullah Uçman
Yard. Doç. Dr. Laurent Mignon, var…
Tanpınar anısına bu yıl 7.'si gerçekleştirilen yarışma; sırayla deneme, şiir, mektup, makale, hikaye ve araştırma-inceleme dallarında yapılmıştı.
'Tanpınar Roman Yarışması'nın başvuruları 4 Haziran'da başlayıp 30 Kasım'da sona erecek. Yarışma jürisinin uygun bulduğu eser veya eserler, önceki yarışmalarda olduğu gibi kitap haline getirilecek. Yarışmanın sonuçları 22-23 Aralık'ta açıklanacak.
Hilmi Yavuz (başkan)
İhsan Deniz
Füsun Akatlı
Latife Tekin
Cihan Aktaş
Metin Önal Mengüşoğlu
Doç. Dr. Erdoğan Erbay
Prof. Dr. Abdullah Uçman
Yard. Doç. Dr. Laurent Mignon, var…
Tanpınar anısına bu yıl 7.'si gerçekleştirilen yarışma; sırayla deneme, şiir, mektup, makale, hikaye ve araştırma-inceleme dallarında yapılmıştı.
'Tanpınar Roman Yarışması'nın başvuruları 4 Haziran'da başlayıp 30 Kasım'da sona erecek. Yarışma jürisinin uygun bulduğu eser veya eserler, önceki yarışmalarda olduğu gibi kitap haline getirilecek. Yarışmanın sonuçları 22-23 Aralık'ta açıklanacak.
Ödüller ise Tanpınar'ın ölüm yıldönümü olan 24 Ocak 2008'de yapılacak törenle sahiplerine verilecek. Bilgi için: 0224 270 70 41 42
2.06.2007
Arif Okay
1955 yılında Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Antakya’da bitirdi. Babası orta dereceli bir memur idi. Buna karşın İ.D.M.M.A. Makine Fakültesinde 1982 yılında mezun oldu. Yedek subay olarak askerliğini yaptıktan sonra çeşitli özel firmalarda Makine Mühendisi olarak çalıştı.
İyi bir şair olan Süleyman Okay’ın etkisiyle lise yıllarında bir süre şiir denemelerinde bulundu ve düz yazılar yazdı.
2006 yılında, dedesi emekli kurmay yarbay Lütfi Yücel’in anılarını kitaplaştırdı.
Evli ve iki çocuk babası. 2003 yılında emekli olmasına karşın emekli maaşı ailesinin bir haftalık geçimine yettiği için mesleğini sürdürmekte.
Hala, çeşitli yerel dergi ve gazetelerde düz yazılar yazarak çalışmalarını sürdürüyor.
İyi bir şair olan Süleyman Okay’ın etkisiyle lise yıllarında bir süre şiir denemelerinde bulundu ve düz yazılar yazdı.
2006 yılında, dedesi emekli kurmay yarbay Lütfi Yücel’in anılarını kitaplaştırdı.
Evli ve iki çocuk babası. 2003 yılında emekli olmasına karşın emekli maaşı ailesinin bir haftalık geçimine yettiği için mesleğini sürdürmekte.
Hala, çeşitli yerel dergi ve gazetelerde düz yazılar yazarak çalışmalarını sürdürüyor.
Şair Doğan Ergül'ü kaybettik.
Yaklaşık bir aydır kanser tedavisi gören değerli şair ve Şiir Penceresi üyemiz Doğan Ergül bu sabah hayatını kaybetti. Tüm dostların ve şiir gönüllülerinin başı sağ olsun.
http://www.siirpenceresi.com/
Doğan Ergül (1968-…)
1968 yılında Arpaçay'da doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama bölümünden 1992'de mezun oldu. Şiirleri İskenderiye Yazıları, Şiir Oku, Başka, Üç Nokta, Öteki-siz, E, Islık, Şiir Ülkesi, Akatalpa gibi dergilerde yayımlandı. Aşkın ve Suların Öğleni adlı ilk şiir kitabı 2005'in ilk ayında çıktı.
Yaklaşık bir aydır kanser tedavisi gören değerli şair ve Şiir Penceresi üyemiz Doğan Ergül bu sabah hayatını kaybetti. Tüm dostların ve şiir gönüllülerinin başı sağ olsun.
http://www.siirpenceresi.com/
Doğan Ergül (1968-…)
1968 yılında Arpaçay'da doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama bölümünden 1992'de mezun oldu. Şiirleri İskenderiye Yazıları, Şiir Oku, Başka, Üç Nokta, Öteki-siz, E, Islık, Şiir Ülkesi, Akatalpa gibi dergilerde yayımlandı. Aşkın ve Suların Öğleni adlı ilk şiir kitabı 2005'in ilk ayında çıktı.
Lacivert
Öykü ve Şiir Dergisi - Sayı:15
SÖYLEŞİ / “Ayla Kutlu” / Lacivert
Ayla Kutlu / Öykü / Eski Bir Türküye Ağıt
Tarık Günersel / Öykü / Çöpteki Şemsiye
Ülkü Ayvaz / Öykü / Ötelerde Rüzigâr
Erhan Pınarbaşı / Öykü / Dostum
Ferida Duraković / Çeviri Öykü / Hayatın Romanı
Mehmet Özer / Anma / Unutulacak Gibi Değilsin / Adnan Satıcı
Gülay Talaslı / Anlatı / Gün ve Gece
DOSYA / "Edebiyatta Sansür"/ Lacivert
Meltem Arıkan / Düşündüğünü Söyleme Özgürlüğü Yetmemeli...
Tarık Günersel / Brech'e Stalinist Sansür 52
Ahmet İnam / Özgür Düşünmenin Unutulan Anlamları
Remzi İnanç / Sansür Var Sansür Var
Altay Öktem / Devletin ve Toplumun Vazgeçilmez Silahı Oarak Sansür Hasan Uysal / Sansür; Korkak Rejimlerin Aspirini
Hayri K. Yetik / Bellek ve Empati Değirmeni
Aytekin Yılmaz / Yazarın Kendi Kendine Ettiği Zulüm: Otosansür!
Şair Eşref /
SAYGI / "Cenap Şahabettin" / Feyziye Alper
Nizamettin Uğur / Sözcüklerin Değişen Bağlam Anlamları
Çizgi Öykü / Firuz Kutal
Nevzat Süer Sezgin / Kadınca Edebiyat
Fulya Bayraktar / Adana 1. Uluslararası Edebiyat Festivali
Fulya Bayraktar-Ayşegül Tercan / Söyleşi / Şebnem Sema Tuncel Şebnem Sema Tuncel / Öykü / Melek Kuşları
Ayten Kaya / Öykü / Sular Artık Kirli Akıyor
M. Çağrı Küçükyıldız / Öykü / Kardanaşk
Craig Boyko / Bilim Kurgu Öykü / Dalga
Mehmet Akif Tutumlu / Felsefe ve Şiir: Kesişen, Ayrılan Yollar
DÜNYA EDEBİYATI / J. D. Salinger / Murat Uğurlu
J.D. Salinger / Öykü / İki Taraf İçin de
Nur Figen Feslioğlu / Deneme / Sabun Köpüğü
Erkan Tuncay / Tanıtı / Sabahın Alacasındaki Pembe Gül
Paylaşmak İstediklerimiz
ŞİİR
René Char, Tümay Çobanoğlu, Ayşegül Tercan, Nilgün Aras, Emre Fidel, Cenap Şahabettin, Eşref Karadağ, Bülent Güldal, Nursel Türkemiş, Onur Işık, Mehmet Rayman, Halim Yazıcı, Asiye Kamber, Sedat Kısa.
e-posta: lacivert_2005@yahoo.com
lacivert2005@mynet.com
Öykü ve Şiir Dergisi - Sayı:15
SÖYLEŞİ / “Ayla Kutlu” / Lacivert
Ayla Kutlu / Öykü / Eski Bir Türküye Ağıt
Tarık Günersel / Öykü / Çöpteki Şemsiye
Ülkü Ayvaz / Öykü / Ötelerde Rüzigâr
Erhan Pınarbaşı / Öykü / Dostum
Ferida Duraković / Çeviri Öykü / Hayatın Romanı
Mehmet Özer / Anma / Unutulacak Gibi Değilsin / Adnan Satıcı
Gülay Talaslı / Anlatı / Gün ve Gece
DOSYA / "Edebiyatta Sansür"/ Lacivert
Meltem Arıkan / Düşündüğünü Söyleme Özgürlüğü Yetmemeli...
Tarık Günersel / Brech'e Stalinist Sansür 52
Ahmet İnam / Özgür Düşünmenin Unutulan Anlamları
Remzi İnanç / Sansür Var Sansür Var
Altay Öktem / Devletin ve Toplumun Vazgeçilmez Silahı Oarak Sansür Hasan Uysal / Sansür; Korkak Rejimlerin Aspirini
Hayri K. Yetik / Bellek ve Empati Değirmeni
Aytekin Yılmaz / Yazarın Kendi Kendine Ettiği Zulüm: Otosansür!
Şair Eşref /
SAYGI / "Cenap Şahabettin" / Feyziye Alper
Nizamettin Uğur / Sözcüklerin Değişen Bağlam Anlamları
Çizgi Öykü / Firuz Kutal
Nevzat Süer Sezgin / Kadınca Edebiyat
Fulya Bayraktar / Adana 1. Uluslararası Edebiyat Festivali
Fulya Bayraktar-Ayşegül Tercan / Söyleşi / Şebnem Sema Tuncel Şebnem Sema Tuncel / Öykü / Melek Kuşları
Ayten Kaya / Öykü / Sular Artık Kirli Akıyor
M. Çağrı Küçükyıldız / Öykü / Kardanaşk
Craig Boyko / Bilim Kurgu Öykü / Dalga
Mehmet Akif Tutumlu / Felsefe ve Şiir: Kesişen, Ayrılan Yollar
DÜNYA EDEBİYATI / J. D. Salinger / Murat Uğurlu
J.D. Salinger / Öykü / İki Taraf İçin de
Nur Figen Feslioğlu / Deneme / Sabun Köpüğü
Erkan Tuncay / Tanıtı / Sabahın Alacasındaki Pembe Gül
Paylaşmak İstediklerimiz
ŞİİR
René Char, Tümay Çobanoğlu, Ayşegül Tercan, Nilgün Aras, Emre Fidel, Cenap Şahabettin, Eşref Karadağ, Bülent Güldal, Nursel Türkemiş, Onur Işık, Mehmet Rayman, Halim Yazıcı, Asiye Kamber, Sedat Kısa.
e-posta: lacivert_2005@yahoo.com
lacivert2005@mynet.com
NotosÖykü'nün Haziran sayısı genç yazarlar için.
Yazar olabilir miyim?
Genç yazar adaylarına öneriler.
İki aylık edebiyat dergisi NotosÖykü'nün 1 Haziran'da yayımlanacak 4. sayısının kapak konusu bu kez genç yazarlara ayrılmış.
"Yazar olabilir miyim? Genç yazar adaylarına öneriler" başlığıylahazırlanan bölümde, edebiyatçı olmaya karar veren gençleri nelerinbekleyeceği anlatılıyor. Derginin yayın yönetmeni Semih Gümüş'ün yazdığı yazıda, yazarlık serüveninin başlangıcında bir gencinkarşısına çıkabilecek olası sorunlar ve çözüm yollarıdeğerlendiriliyor. İlk ürünlerini çok genç yaşlarda dönemin önemlidergilerinde yayımlayan Selim İleri ve Nedim Gürsel de kendi deneyimlerini ve önerilerini anlatıyor. Dünya edebiyatının aralarındaBorges, Márquez, Llosa gibi yazarların bulunduğu pek çok ünlüyazarından genç yazarlara öğütler de bu bölümün ilgi çekiciyanlarından.
NotosÖykü'nün hazırladığı bölümün alışılmamış yanlarından biri de, ilkkitaplarını yayımlayan yazarların yanı sıra, daha hiç kitabıyayımlanmamış genç yazarların görüşlerine de dergi sayfalarında yerverilmesi.
NotosÖykü'nün bu sayısında Doğan Yarıcı ve Celâl Üster ile yapılansöyleşilerin yanı sıra, "Müziğin içinden geçen edebiyat" konusundaMircan ile Mehmet Güreli'nin yazıları da dikkat çekiyor.
Üç Yazardan İmza ve Söyleşi
Müslüm Kabadayı
Suriye Günlüğü
Suriye, tarihin derinliklerinden gelen kültürel ortaklıklarımız ve Anadolu-Ortadoğu-Mısır’ın Akdeniz’le buluşma noktasında yer alması nedeniyle, dostluk temelinde ilişkilerimizin en çok gelişmesi gereken ülkelerden biridir. Bu anlamda Suriye Günlüğü, “kültür komşuluğu”nun sınır tanımadığının sayısız örneklerinden oluşmaktadır.
---
Hasan Hüseyin Gündüzalp
YUĞ
Sözcüğünü arayan bir anlamın; nerede, nasıl ve hangi halde, hangi harflerle hangi sözcüğe oğul vereceğini o anlamın kendisi bile bilemezdi. Sezse sezse sözcük sezerdi. Gidenin mi yoksa kalanın mı anlam olduğu ya da gidenin mi yoksa kalanın mı sözcük olduğu, “ben” adlı göreceli merkezin, bedelini sadece kendisinin bildiği eğlencesiydi.
---
İbrahim Tayfur
Güneş Acı Sarı
gece adamıydılar/yamandılar
güneşin ocağına belenmiş tenleri
kil rengiydi
ayaklarında gündelikçi işçilerin
sabırsızlığı
filinta patlardı bakışlarında
içlerinde
deli burgaçlı yeraltı ırmakları
---
TYS ANTAKYA TEMSİLCİLİĞİ – YOĞUNLUK DERGİSİ AALEN ANTAKYA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ
YER :TYS ANTAKYA TEMSİLCİLİĞİ KURTULUŞ CADDESİ NO:20 TEL:216 07 27
TARİH: 8 HAZİRAN 2007 CUMA
SAAT : 17.00
---
YER : Orontes Kitabevi Samandağ
TARİH: 9 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ
SAAT : 15.00-18.00
Müslüm Kabadayı
Suriye Günlüğü
Suriye, tarihin derinliklerinden gelen kültürel ortaklıklarımız ve Anadolu-Ortadoğu-Mısır’ın Akdeniz’le buluşma noktasında yer alması nedeniyle, dostluk temelinde ilişkilerimizin en çok gelişmesi gereken ülkelerden biridir. Bu anlamda Suriye Günlüğü, “kültür komşuluğu”nun sınır tanımadığının sayısız örneklerinden oluşmaktadır.
---
Hasan Hüseyin Gündüzalp
YUĞ
Sözcüğünü arayan bir anlamın; nerede, nasıl ve hangi halde, hangi harflerle hangi sözcüğe oğul vereceğini o anlamın kendisi bile bilemezdi. Sezse sezse sözcük sezerdi. Gidenin mi yoksa kalanın mı anlam olduğu ya da gidenin mi yoksa kalanın mı sözcük olduğu, “ben” adlı göreceli merkezin, bedelini sadece kendisinin bildiği eğlencesiydi.
---
İbrahim Tayfur
Güneş Acı Sarı
gece adamıydılar/yamandılar
güneşin ocağına belenmiş tenleri
kil rengiydi
ayaklarında gündelikçi işçilerin
sabırsızlığı
filinta patlardı bakışlarında
içlerinde
deli burgaçlı yeraltı ırmakları
---
TYS ANTAKYA TEMSİLCİLİĞİ – YOĞUNLUK DERGİSİ AALEN ANTAKYA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ
YER :TYS ANTAKYA TEMSİLCİLİĞİ KURTULUŞ CADDESİ NO:20 TEL:216 07 27
TARİH: 8 HAZİRAN 2007 CUMA
SAAT : 17.00
---
YER : Orontes Kitabevi Samandağ
TARİH: 9 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ
SAAT : 15.00-18.00
1.06.2007
Faruk Bal
Acıtsa da…
Yakında n’apılır bilmiyorum
Bir elma canın çekse yiyebilirsin
Oturabilirsin ağacın gölgesinde
Rüzgâra sarılırsın uzaklara gitmek için
Yakınlar bensiz ne yapar bilemiyorum
Yakınlıklar nedir, anlamıyorum
göğe baksan, gürültünün çeliği
arabanın tekerlerine diksen gözlerini
Yol burada. Ben hep yol oluyorum
olanaksıza, o kent uğultularına
sessizliği ben ekliyorum
Çapraşık yürüyorlar, bakakalıyorum
deniyorum böyle yürümeyi ben de
ayaklarıma dolanıyor dikenli, naylon şeyler
anlamak için eğiliyorum eğiliyorum
söylenen her söz anlaşılmaz oluyor.
orada desem de yakın sayılır
çocukların gülüşlerine kan sepiliyor
Bir gülüş bu kadar kanlı gösterilir mi
bulutlar artık uçurtma açmıyor
öğlenin sıcak dinginliği sanıyor insan
değil. petrol kuyularından olabilir diyorsun
değil.
o çocuklar için düşlemiştim bu kirazları, böğürtlenleri
onlar kanı yakıştırıyor.
Yola bakıyorum
nehre, balıklara, o güzel şairlere
özlüyorum o dağ çileklerini de, sevenlerini de
yağmurla olmak yoruyor
kalmak yoruyor
yeşiller arıyorum kışın eşiğinde
yakınlar bakılınca üşütüyor
uzakları sarıyorum bakışlarıma
acıtsa da ısınıyorum...
Acıtsa da…
Yakında n’apılır bilmiyorum
Bir elma canın çekse yiyebilirsin
Oturabilirsin ağacın gölgesinde
Rüzgâra sarılırsın uzaklara gitmek için
Yakınlar bensiz ne yapar bilemiyorum
Yakınlıklar nedir, anlamıyorum
göğe baksan, gürültünün çeliği
arabanın tekerlerine diksen gözlerini
Yol burada. Ben hep yol oluyorum
olanaksıza, o kent uğultularına
sessizliği ben ekliyorum
Çapraşık yürüyorlar, bakakalıyorum
deniyorum böyle yürümeyi ben de
ayaklarıma dolanıyor dikenli, naylon şeyler
anlamak için eğiliyorum eğiliyorum
söylenen her söz anlaşılmaz oluyor.
orada desem de yakın sayılır
çocukların gülüşlerine kan sepiliyor
Bir gülüş bu kadar kanlı gösterilir mi
bulutlar artık uçurtma açmıyor
öğlenin sıcak dinginliği sanıyor insan
değil. petrol kuyularından olabilir diyorsun
değil.
o çocuklar için düşlemiştim bu kirazları, böğürtlenleri
onlar kanı yakıştırıyor.
Yola bakıyorum
nehre, balıklara, o güzel şairlere
özlüyorum o dağ çileklerini de, sevenlerini de
yağmurla olmak yoruyor
kalmak yoruyor
yeşiller arıyorum kışın eşiğinde
yakınlar bakılınca üşütüyor
uzakları sarıyorum bakışlarıma
acıtsa da ısınıyorum...
Şiiri Özlüyorum
Yıl: 5, Sayı: 21- Mayıs-Temmuz,2007
İçindekiler:
Mustafa Durak- “Yol Şiirleri”nde Yeni Bir Şey Yok
Hüseyin Ferhad- İbn-i Sina’ya Mektubumdur
Halim Şafak- Ece Ayhan’ın Kara Şiiri
Betül Tarıman- Bir İhtilal Daha Var
Halim Şafak- Gözlerinin Ucundaki Dünya Benden Habersiz Acıyor Hüseyin Çiftçi- Dizeler
Celal Hafifbilek- Sohbet: Şiiri Özlüyorum
Osman Olmuş- Bir Ülkenin Körleştiği Yer
Fuat Çiftçi- Lale Müldür İle Don Kişot Arasında: Ultra- Zone’da Ultrason J. Gustava Brandt- “ Şiir Konusunda- Kağıt- Üstü Sırdaşlıklar” dan Veysel Çolak İle Yıllıklar Üzerine Söyleşi
Baki Asiltürk İle Yıllıklar Üzerine Söyleşi
Günay Güner- Savaşçı ve Şair José Marti
İlhan Kemal- Geçici İkametgah
Henri Michaut- Şiirin Geleceği
Cevat Çapan- Dünya Şiir Bildirisi
Mustafa Fırat- İtiraf Zeki Karaaslan- “Deprem Senaryosu ve Ah Kalbim” Hüseyin Peker- Eğrilikler’in Taş Damlasından Sesler- Yaylılar İçin Dörtlü
Uluer Aydoğdu- Göçebe Bir Kuvvet: Halim Şafak
Necati Albayrak- Tenhasında Hasında Asında
Sevda Emel Koşar-1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası
İlker İşgören- Dişi Yangın
Şiirde 11 Altın Yıl’dan İzlenimler ve Birhan Keskin Şiiri Üstüne
Mehmet Ersoy- Kesik Bileklerin Şairi
Halim Şafak-İnsan Kendine Yabancılığından Yine İnsanla Kurtulur
Cengiz Orhan- Yol Çöplüğü
Ahmet Bozkurt- Yapıbozum ve Pragmatizm
Ahmet Ada- Şiir, Dil, Vicdan Üzerine
Hüseyin Alemdar- Kedi Ağlaması
Fuat Çiftçi- Fısıltı Topağı
Şiirli Kitap
Yazışma: Fuat Çiftçi P.K:5 Avanos- Nevşehir
fuatciftci70@yahoo.com , ciftcifuat@mynet.com
Yıl: 5, Sayı: 21- Mayıs-Temmuz,2007
İçindekiler:
Mustafa Durak- “Yol Şiirleri”nde Yeni Bir Şey Yok
Hüseyin Ferhad- İbn-i Sina’ya Mektubumdur
Halim Şafak- Ece Ayhan’ın Kara Şiiri
Betül Tarıman- Bir İhtilal Daha Var
Halim Şafak- Gözlerinin Ucundaki Dünya Benden Habersiz Acıyor Hüseyin Çiftçi- Dizeler
Celal Hafifbilek- Sohbet: Şiiri Özlüyorum
Osman Olmuş- Bir Ülkenin Körleştiği Yer
Fuat Çiftçi- Lale Müldür İle Don Kişot Arasında: Ultra- Zone’da Ultrason J. Gustava Brandt- “ Şiir Konusunda- Kağıt- Üstü Sırdaşlıklar” dan Veysel Çolak İle Yıllıklar Üzerine Söyleşi
Baki Asiltürk İle Yıllıklar Üzerine Söyleşi
Günay Güner- Savaşçı ve Şair José Marti
İlhan Kemal- Geçici İkametgah
Henri Michaut- Şiirin Geleceği
Cevat Çapan- Dünya Şiir Bildirisi
Mustafa Fırat- İtiraf Zeki Karaaslan- “Deprem Senaryosu ve Ah Kalbim” Hüseyin Peker- Eğrilikler’in Taş Damlasından Sesler- Yaylılar İçin Dörtlü
Uluer Aydoğdu- Göçebe Bir Kuvvet: Halim Şafak
Necati Albayrak- Tenhasında Hasında Asında
Sevda Emel Koşar-1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası
İlker İşgören- Dişi Yangın
Şiirde 11 Altın Yıl’dan İzlenimler ve Birhan Keskin Şiiri Üstüne
Mehmet Ersoy- Kesik Bileklerin Şairi
Halim Şafak-İnsan Kendine Yabancılığından Yine İnsanla Kurtulur
Cengiz Orhan- Yol Çöplüğü
Ahmet Bozkurt- Yapıbozum ve Pragmatizm
Ahmet Ada- Şiir, Dil, Vicdan Üzerine
Hüseyin Alemdar- Kedi Ağlaması
Fuat Çiftçi- Fısıltı Topağı
Şiirli Kitap
Yazışma: Fuat Çiftçi P.K:5 Avanos- Nevşehir
fuatciftci70@yahoo.com , ciftcifuat@mynet.com
ANDIZ
Şiir ve Edebiyat Konalgası
Hayatın Göç Yollarında Derin Soluk
Yaz / 2007 - Sayı: 11
Perihan Baykal / İLLÂ'H!
A.Uğur Olgar / Dünya Evimiz, Bizim Dev Gemimiz
Özlem Tezcan Dertsiz / Kenti Basan Al Yalnızlık
Halim Yazıcı / Kırmızı Bir Kar Yüzünden
Ahmet Günbaş / Çağdaşlık Acısı
Ahmet Günbaş / Dipnot
Uluer Aydoğdu / M.Mahzun Doğan: En İyi Tanıdığı İnsanlar ARASINDA Sis Gibi Yayılır
Ayşe Çekiç Yamaç / Şiirtüven’de Savrulmak
Ahmet Uysal / Yana Yana Kaldım / Gazel
Metin Dikeç / Eğri Söz
Osman Namdar / Elbise
Fulya Bayraktar / Kürsüdeki Adam ve Yasemin Kokusu
Ayşe Keskin / Gün Çoktan Kızdı
Hasan Taşçı / Lambaları Söndür Sevgilim
Aziz Kemal Hızıroğlu / Kıyısız Pencerede Tekerlekli Sedir Turları
Selçuk Erat / Mustafa Ergin Kılıç ile Söyleşi
Egemen Arslan / Dışgüdü
Hande Dipligüneş / Yüzün Düşmüştü Suya
Necmettin Sarı / Çirkin Adam
Osmaniye Özgür / Acılı Kaldırımlar
Mehmet Oktan / Düşünmek
Aydan Yalçın / Yürüyorum
A.Uğur Olgar / Kızıl Madımak
Hayatın Göç Yollarında Derin Soluk
Yaz / 2007 - Sayı: 11
Perihan Baykal / İLLÂ'H!
A.Uğur Olgar / Dünya Evimiz, Bizim Dev Gemimiz
Özlem Tezcan Dertsiz / Kenti Basan Al Yalnızlık
Halim Yazıcı / Kırmızı Bir Kar Yüzünden
Ahmet Günbaş / Çağdaşlık Acısı
Ahmet Günbaş / Dipnot
Uluer Aydoğdu / M.Mahzun Doğan: En İyi Tanıdığı İnsanlar ARASINDA Sis Gibi Yayılır
Ayşe Çekiç Yamaç / Şiirtüven’de Savrulmak
Ahmet Uysal / Yana Yana Kaldım / Gazel
Metin Dikeç / Eğri Söz
Osman Namdar / Elbise
Fulya Bayraktar / Kürsüdeki Adam ve Yasemin Kokusu
Ayşe Keskin / Gün Çoktan Kızdı
Hasan Taşçı / Lambaları Söndür Sevgilim
Aziz Kemal Hızıroğlu / Kıyısız Pencerede Tekerlekli Sedir Turları
Selçuk Erat / Mustafa Ergin Kılıç ile Söyleşi
Egemen Arslan / Dışgüdü
Hande Dipligüneş / Yüzün Düşmüştü Suya
Necmettin Sarı / Çirkin Adam
Osmaniye Özgür / Acılı Kaldırımlar
Mehmet Oktan / Düşünmek
Aydan Yalçın / Yürüyorum
A.Uğur Olgar / Kızıl Madımak
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)